https://islamansiklopedisi.org.tr/amr-b-ubeyd
Temîm veya Ukayl kabilesinin kölelerinden biri olup İbn Bâb, İbn Keysân, İbn Humeyd, Ebû Mervân künyeleriyle de anılır. Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Bazı kaynaklara göre İran, bazılarına göre ise Sind (Pakistan) menşelidir. Sind menşeli olma ihtimali daha kuvvetli görünmektedir. 80 (699) yılında Belh’te doğduğu nakledilirse de aynı tarihte Basra’da doğduğunu bildiren rivayetler de vardır ve bu ikinci görüşün tercih edilmesi mümkündür. Çünkü dedesi Bâb, Abdullah b. Semüre öncülüğündeki İslâm ordusunun 633 yılında fethettiği Kâbil’de esir alınarak Kâbil mimarisi tarzında bir cami yapmak üzere Basra’ya gönderilen işçiler arasında bulunuyordu. Babası ise önceleri dokumacılıkla uğraşırken daha sonra Haccâc’ın emrinde çalışanlar arasına katıldı. Dokumacılık mesleğini babasından öğrenen Amr, fikrî hayatında büyük tesirler icra edecek olan ve Basra’da kumaş tüccarlığı yapan Vâsıl b. Atâ ile bu sayede tanıştı. Genç yaşta Hasan-ı Basrî’nin ders halkasına katıldı ve uzun yıllar bu derslere devam ederek onun en gözde talebeleri arasına girdi. Ayrıca Ubeydullah b. Enes, Ebü’l-Âliye, Ebû Kılâbe ve Fazl b. Îsâ’dan da ders aldı. Taşköprizâde usul ilmini Ebû Hâşim Abdullah b. Muhammed b. Hanefiyye’den okuduğunu naklederse de (Miftâḥu’s-saʿâde, II, 165) bu yanlıştır. Çünkü İbnü’l-Murtazâ, Ebû Hâşim’den Vâsıl b. Atâ’nın okuduğunu, Amr b. Ubeyd’in de Vâsıl’dan okuması sebebiyle Ebû Hâşim’in talebesi sayıldığını kaydetmektedir (el-Münye ve’l-emel, s. 11). Bu rivayet, Amr’ın sadece dolaylı yoldan Ebû Hâşim’in öğrencisi sayılabileceğini göstermektedir. Zühd ve takvâsıyla meşhur olan Amr b. Ubeyd, idareci zümre ile ilişki kurmaktan hoşlanmamasına rağmen, tahta geçmek isteyen, fakat devlet başkanında bulunması gerekli üstün niteliklerden mahrum olan II. Velîd’e karşı III. Yezîd’i destekledi. Halife Mansûr’la iyi bir dostluk kurmakla birlikte zaman zaman icraatını tenkit etmekten de çekinmedi ve halifenin ikramlarını da kabul etmedi. Hocası Hasan-ı Basrî’nin görüşlerine bağlı iken büyük günah işleyenin (mürtekib-i kebîre) dinî açıdan durumu konusunda ders arkadaşı Vâsıl b. Atâ ile yaptığı uzun münazaralardan sonra savunduğu görüşten vazgeçerek Vâsıl’ın fikirlerini benimsedi. Daha sonra kız kardeşini onunla evlendirip dostluklarını pekiştiren Amr, Vâsıl’ın ölümünden sonra on üç yıl süreyle Mu‘tezilî fikirleri yaymaya çalıştı. Kırkıncı defa ifa ettiği hacdan dönerken Mekke yakınlarındaki Merran’da umumi kanaate göre 144 (761) yılında öldü. Böylesine değerli bir düşünürün ölümü Halife Mansûr’u fazlasıyla üzmüş, kendisi için yazdığı mersiyeyi kabri başında okuyarak ona karşı duyduğu derin saygıyı dile getirmiştir.
Hocası Hasan-ı Basrî’nin, dinî hayatı açısından meleklere benzettiği Amr’ın (bk. İbn Hallikân, III, 460-462) yetiştirdiği talebeler arasında Süfyân b. Uyeyne, Yahyâ b. Saîd el-Kattân, Ali b. Âsım ve Abdülvehhâb es-Sekafî gibi değerli âlimler bulunmaktadır. Bazı kaynaklar Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf’ı da onun talebeleri arasında gösterirse de bu, tarih itibariyle mümkün görünmemektedir. Çünkü 135 (752) yılında doğan Ebü’l-Hüzeyl, Amr b. Ubeyd’in vefat ettiği 144 (761) yılında henüz dokuz yaşında bir çocuktu.
Amr b. Ubeyd, Mu‘tezile kelâmcılarının savunduğu temel meselelerden olan müteşâbih âyet ve hadislerin te’vili, mürtekib-i kebîrenin durumu, irade hürriyeti, bazı ilâhî sıfatların nefye varan te’vili, cehenneme giren herkesin burada ebedî olarak kalacağı ve Cenâb-ı Hakk’ın vaîdinden dönmesinin câiz olmaması gibi belli başlı konularda Vâsıl’la aynı görüşleri paylaşır. Farklı olarak sadece, Cemel Savaşı’na katılanların fâsık olduğunu ve bunların şahadetlerinin kabul edilemeyeceğini iddia etmiştir (bk. Bağdâdî, s. 121). Ayrıca o, vaîd âyetlerini muhkem, diğerlerini müteşâbih kabul etmiştir (bk. Eş‘arî, s. 222). Ne var ki itikadî alandaki görüşlerini nasıl temellendirdiği konusunda kaynakların verdiği bilgiler pek azdır. Amr, kebîre sahibinin ebediyen cehennemde kalacağına Nisâ sûresinin 93. âyetiyle istidlâl eder. Ona göre, “Ebû Leheb’in elleri kurusun!” (Tebbet 111/1) meâlindeki âyet bu mâna ile levh-i mahfûzda var idiyse, her kötülük değişmeyen kaderde önceden tesbit edilmiş olacağından, insanı yaptıklarından ötürü Allah’ın hesaba çekmesinin hiçbir anlamı kalmaz. Bundan dolayı söz konusu âyeti, “Ebû Leheb’in yaptığı gibi yapanların elleri kurusun!” şeklinde anlamak gerekir (bk. Hatîb, XII, 166 vd.). Allah kâfirin küfrünü dileseydi onu bundan dolayı sorumlu tutmaması icap ederdi. Aksi takdirde bu zulüm olur, küfürde ısrar eden kimseye karşı da getirilebilecek bir delil bulunmazdı. Kaderi benimseyen görüşe de karşı çıkarak bu konuda nakledilen bütün hadisleri reddetmekten çekinmemiştir (bk. Zehebî, VI, 104). Esasen o, Vâsıl b. Atâ’ya nisbetle itikadî konularda akla daha fazla önem verme taraftarı olduğu halde kelâmcı olarak parlak bir şöhrete sahip değildir. Nitekim kaynaklar yaptığı münazaralarda başarılı olmadığını kaydeder. Başta Vâsıl b. Atâ olmak üzere Ebû Hanîfe, Hişâm b. Hakem ve dilci Ebû Amr b. Alâ ile yaptığı bütün münazaraları kaybetmesi de bunu göstermektedir (bk. EIr., I, 991). Fikirlerini yayabilmesini ise Arap ediplerinden sayılacak derecede güçlü bir hatip olmasına borçludur (bk. Kādî Abdülcebbâr, s. 588).
Amr b. Ubeyd adından, hadis ve fıkıhla ilgili kaynaklarda da söz edilir. Hasan-ı Basrî’den birçok hadis rivayet eden Amr, zâhid ve müttaki olduğu halde, kaderi reddetmesi sebebiyle olacak ki hadis otoritelerince sika kabul edilmemiş, hatta yalancılıkla itham edilmiştir (bk. Buhârî, VI, 352-353; İbn Hibbân, II, 69-71). Bununla birlikte Süfyan b. Uyeyne ve Süfyan es-Sevrî ondan hadis nakletmişlerdir. Kıyasın mahiyeti ve haramın tarifi konusunda kendisinden nakledilen görüşlerle, nebîzin mubah, çalgının haram olduğu vb. konularda verdiği fetvalardan, onun fıkıhla da ilgilendiği anlaşılmaktadır (bk. EIr., I, 992).
Amr b. Ubeyd, Hasan-ı Basrî’nin vefatından sonra ekolünün liderliği konusunda Katâde b. Diâme ile yarışmış, Vâsıl’ın yanında yer aldığı için bu mücadeleyi kaybetmiş, fakat i‘tizâlî fikirleri benimsedikten sonra da sadık bir talebe olarak hocasının görüşlerini rivayet etmekten geri durmamıştır. Nitekim Hasan-ı Basrî’nin tefsirle ilgili görüşlerini Amr’ın rivayeti yoluyla öğrenebilmekteyiz. Vâsıl’ın ölümünden sonra Mu‘tezile’nin görüşlerini yaymaya çalışan en yaşlı temsilci olması, mezhebin kurucusu kabul edilmesine yol açmışsa da kaynaklar bu görüşleri Vâsıl’dan öğrendiği konusunda birleşmektedir. İbn Teymiyye, Amr b. Ubeyd’in bilhassa kader ve vaîd konularında Mu‘tezile’ye tesir ettiğini kaydeder (Mecmûʿu fetâvâ, XII, 311).
Bazı kaynaklar Amr b. Ubeyd’in Dehriyye’den olduğunu zikrederse de bunu doğru kabul etmek mümkün değildir. Onun gerek Dehriyye’ye nisbet edilmesi gerekse hadiste sikadan sayılmaması, muhafazakâr görüşlerden ayrılıp Mu‘tezilî fikirleri benimsemesi sebebiyle hakkında tarafsız davranılmadığının bir işareti sayılmalıdır. Zira cerh ve ta‘dîl kitapları dahil olmak üzere bütün kaynaklar Amr’dan ittifakla zâhid, âbid ve müttaki diye bahsetmektedir. İbn Hacer’in de onun hakkında söylenen menfi sözlerin asılsızlığına dikkati çekmesi bu kanaati destekleyici mahiyettedir. Ömrünün sonlarında Mu‘tezilî fikirlerinden döndüğü nakledilirse de (bk. Hatîb, XII, 170 vd.), görüşlerini kendisinden sonra Amriyye fırkasının devam ettirmesi bu rivayetin isabetsizliğini gösterir. Bişr b. Mu‘temir de onun görüşlerini Amriyye fırkasının devam ettirdiğini söyler.
Birçok eseri olduğu nakledilen Amr’dan günümüze kadar intikal eden, sadece Hasan-ı Basrî’den rivayet ettiği birkaç tefsir sahifesinden ibarettir (bk. Sezgin, I, 597). Kaynaklarda kendisine nisbet edilen eserler ise şunlardır: er-Red ʿale’l-Ḳaderiyye, Kitâbü’l-ʿAdl ve’t-tevḥîd, Eczâʾü s̱elâs̱e miʾe ve sittûn. Ayrıca birçok hutbe ve risâlesinin bulunduğu da kaydedilmektedir.
Dârekutnî Amr’ın görüşlerini Aḫbâru ʿAmr b. ʿUbeyd ve kelâmuhû fi’l-Ḳurʾân (Zâhiriyye Ktp., nr. 106/107) adlı eserde toplamıştır.
BİBLİYOGRAFYA
Câhiz, el-Beyân ve’t-tebyîn, I, 23; III, 157.
İbn Kuteybe, el-Maʿârif (Ukkâşe), s. 482-483.
Buhârî, et-Târîḫu’l-kebîr, VI, 352-353.
İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, VII, 273.
Eş‘arî, Maḳālât (Ritter), s. 222.
Mes‘ûdî, Mürûcü’ẕ-ẕeheb (Abdülhamîd), s. 313-314.
İbn Hibbân, Kitâbü’l-Mecrûḥîn, Halep 1396, II, 69-71.
Kādî Abdülcebbâr, Şerḥu’l-Uṣûli’l-ḫamse, s. 137-138, 588, 714.
a.mlf., Fażlü’l-iʿtizâl ve Ṭabaḳātü’l-Muʿtezile (nşr. Fuâd Seyyid, Fażlü’l-iʿtizâl ve Ṭabaḳātü’l-Muʿtezile içinde), Tunus 1393/1974, s. 242-250.
Bağdâdî, el-Farḳ (Abdülhamîd), s. 121.
Hatîb, Târîḫu Baġdâd, XII, 166-188.
İsferâyînî, et-Tebṣîr (Kevserî), s. 42.
Şehristânî, el-Milel (Kîlânî), I, 48-49.
İbn Hallikân, Vefeyât, III, 460-462.
İbn Teymiyye, Mecmûʿu fetâvâ, XII, 311.
Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, VI, 104-106.
İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 78-80.
Teftâzânî, Şerḥu’l-ʿAḳāʾid, s. 39.
İbnü’l-Murtazâ, Ṭabaḳātü’l-Muʿtezile, s. 35-36.
a.mlf., el-Münye ve’l-emel (nşr. T. W. Arnold), Leipzig 1902, s. 11.
İbn Hacer, Tehẕîbü’t-Tehẕîb, VIII, 70-75.
Taşköprizâde, Miftâḥu’s-saʿâde, II, 165.
Brockelmann, GAL Suppl., I, 338.
Sezgin, GAS, I, 597.
Ali Sâmi en-Neşşâr, Neşʾetü’l-fikri’l-felsefî fi’l-İslâm, İskenderiye 1966, I, 458-469.
Abdullah Mübeşşir et-Tırâzî, Mevsûʿatü’t-târîḫi’l-İslâmî ve’l-ḥaḍâreti’l-İslâmiyye li-bilâdi’s-Sind ve’l-Bencâb fî ʿahdi’l-ʿArab, Cidde 1403/1983, I, 482-484.
Kays Âl-i Kays, el-Îrâniyyûn, I/1, s. 45-49.
Sâlih el-Hamarine, “ʿAmr b. ʿUbeyd ve ʿalâḳatühû bi-Ebî Caʿfer el-Manṣûr”, el-Müʾerriḫu’l-ʿArabî, sy. 22, Bağdad 1982, s. 205-214.
“Amr”, İA, I, 415.
W. Montgomery Watt, “ʿAmr b. ʿUbayd”, EI2 (Fr.), I, 467.
J. Van Ess, “ʿAmr b. ʿObayd”, EIr., I, 991-992.