https://islamansiklopedisi.org.tr/arafat-yasir
Kahire’de doğdu. 1927’den sonraki bir tarihte Mısır’a göç eden Gazzeli tüccar Abdürraûf el-Hüseynî’nin oğludur. Kendisi ve ailesi tarafından annesi Zehvâ’nın memleketi olan Kudüs’te doğduğu öne sürüldüyse de yıllar sonra ortaya çıkan bir Mısır hastahanesi kayıtlarında 24 Ağustos 1929’da Kahire’de doğduğu kesinlik kazanmıştır (Rubin, s. 27; Aburish, s. 15-16; Encyclopedia of the Modern Middle East, I, 269). Asıl adı Muhammed Abdurrahman Abdürraûf Arafât el-Kudve el-Hüseynî’dir (Kapeliouk, s. 37; Aburish, s. 15). Daha sonra bu adın içerisinden aldığı Arafat ile birlikte kullandığı Yâsir ön adı lise yıllarında iken edindiği takma adı, Ebû Ammâr künyesi ise direniş hareketi içerisinde benimsediği kod adıdır. Halk arasında genellikle “el-İhtiyâr” olarak bilinir. Arafat dört yaşında iken annesinin ölümünün ardından dayısının yanında Kudüs’te bulunduğu sınırlı yıllar hariç üniversiteden mezun oluncaya kadar Mısır’da yaşadı. İlk Arap-İsrail savaşından sonra İsrail’in mütareke sınırlarıyla kurulduğu 1948-1949’da Kahire (I. Fuâd) Üniversitesi’nde inşaat mühendisliği eğitimine başladı. Diğer Araplar’dan ayrı bir Filistinli kimlik bilincinin ve Filistinliler’in vatanlarını kendi mücadeleleriyle kazanmaları gerektiği düşüncesinin olgunlaşması bu yıllara rastlar. 1952-1957 yılları arasında sürdürdüğü Filistinli Öğrenciler Birliği başkanlığı ile bu dönemde kısa bir süre de olsa çıkarılmasında rol aldığı Ṣavṭü Filisṭîn gazetesi bu noktaya işaret sayılmalıdır.
1956 Süveyş savaşı sırasında Mısır ordusuna katılarak savaş tecrübesini ve Filistin için mücadeleye yönelik kararlılığını kazanan Arafat çok geçmeden, Mısır lideri Cemal Abdünnâsır’ın Müslüman Kardeşler (İhvân-ı Müslimîn) üzerine başlattığı baskı hareketi sırasında bu teşkilâta üye olduğu gerekçesiyle tutuklanmaktan kurtulmak ve mücadele yolunda teşkilâtlanmak için 1957’de Mısır’dan ayrıldı; 1960’ların başlarına kadar yerleşeceği ve bir mühendislik şirketini kurarak belirli bir servet edineceği Küveyt’e gitti. Bu yıllarda Mısır’da iken tanıştığı Halîl el-Vezîr (Ebû Cihâd) ve Salah Halef (Ebû İyâd) başta olmak üzere birkaç yakın arkadaşıyla birlikte Filistin Direniş Hareketi’nin ilk bağımsız teşkilâtını oluşturdu. Yaygın kabule göre 1958’de kurulan teşkilâtın adı el-Fetih’tir. Bu ad, tam adı Hareketü’t-tahrîr el-Filistînî olan teşkilâtın baş harflerinin oluşturduğu, Arapça’da “ölüm” anlamındaki “hatf” (حتف) kelimesinin “zafer” anlamına gelecek şekilde tersten “feth” (فتح) okunuşudur (Kapeliouk, s. 67-68). Arafat, kuruluşundan itibaren teşkilâta üye kazandırmak amacıyla çeşitli Arap ülkeleri içerisine dağılmış durumdaki Filistinli mülteciler arasında etkin bir çaba gösterdi. 1964’te Nâsır’ın, bir kısım Arap ülkelerinin denetimini mümkün kılmak düşüncesiyle Ahmed Şükayrî başkanlığında kurulmasını sağladığı Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Arafat ve el-Fetih grubu tarafından reddedildi. el-Fetih, Arafat’ın kendi askerî faaliyetlerini başlatmak üzere 1964 Aralığında Lübnan’a geçti. Uzun tartışmalardan sonra 1 Ocak 1965’te alınan kararla İsrail’e yönelik ilk eylem denemeleri başlatıldı.
Filistin topraklarının tamamen İsrail’in işgali altına girmesiyle sonuçlanan 1967 bozgununun Arap dünyasındaki yıkıcı etkisinde Arafat ve gerillalarının yeni mücadele üssü olarak yerleştikleri Ürdün’de, İsrail sınırında karargâh edindikleri Karame’de 1968 Martında büyük bir İsrail saldırısını ağır kayıplarla da olsa durdurabilmeleri el-Fetih ve Arafat’ın Arap dünyasındaki itibarını arttırdı. Aynı yılın temmuz ayında, sürdürdükleri boykotu sonlandırarak katıldıkları Filistin Millî Konseyi toplantısında el-Fetih temsilcileri Filistin Millî Sözleşmesi’nin daha köktenci bir şekilde değiştirilmesinde etkili oldu. Nihayet 1969 Şubat ayındaki tarihî konsey toplantısında Arafat’ın başkan seçilmesiyle Filistin Kurtuluş Örgütü, el-Fetih’in bel kemiğini oluşturduğu çeşitli direniş gruplarını bir çatı altında birleştiren, bağımsızlık mücadelesinin ana teşkilâtı haline geldi.
Bağımsız bir toprağa sahip olunmadığından İsrail’e karşı silâhlı bir direnişin Filistinli mültecilerin dağıldığı çevre olan Arap ülkelerinin topraklarından hareketle yapılabilmesi, başından beri Arafat’ın silâh ve para yardımıyla birlikte siyasî destek bakımından Arap ülkelerine bağımlı olması hareketin en hassas noktasını oluşturmaktaydı. Bu sebeple Arafat desteğini aldığı Arap ülkelerinin iç işlerine karışmama ilkesini benimsemişti. Ancak zaman zaman bu ilkeden sapılabildiği, dolayısıyla hem Arap ülkeleriyle ilişkilerin ve sağlanagelen desteğin zora girdiği hem de bu arada çıkan çatışmalarda gerek Filistinli gerekse diğer Araplar’ın kayıplara uğradıkları bir gerçekti. Bu konudaki en somut örnek, İsrail’e yönelik eylemlerini sürdüren direnişçilerin yoğun olarak bulunduğu Ürdün’de Arafat’ın Kral Hüseyin rejimini devirerek yerine Filistinliler’in ağırlıkta bulunacağı bir düzeni getirmeyi hedef alan iç savaşın çıkışında rol oynaması, buna bağlı olarak 1970-1971’de aralıklarla süren ve iki taraftan önemli sayıda insanın ölümüyle neticelenen savaş sonunda Arafat ve Filistinli eylemcilerin Ürdün topraklarından çıkarılmaları ve direniş hareketinin yeni üssü haline getirecekleri Lübnan’a yerleşmeleridir.
1973 savaşının ardından girişilen çözüm çabalarının tıkandığı süreçte, 1974 Ekiminde Rabat’ta toplanan Arap Zirvesi’nde Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Filistin halkının tek meşrû temsilcisi olarak tanınması Arafat için büyük başarı oldu. Arafat resmen çağrıldığı Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 13 Kasım 1974’te yaptığı, belinde silâhı ve elinde zeytin dalı ile simgeleşmiş tarihî konuşmasıyla dünya kamuoyunca tanınmış oldu. Aynı kurulun 22 Kasım tarihli kararı ile Filistin Kurtuluş Örgütü, Birleşmiş Milletler’de gözlemci kuruluş statüsü kazandı. Arafat’ın bu yükselişini çok geçmeden sonucu itibariyle Ürdün’de yaşanılana benzer inişle sonuçlanan 1975-1976 Lübnan iç savaşı izledi. Arafat ve Filistin Kurtuluş Örgütü, bu defa âdeta devlet içinde devlet haline gelmiş eylemci varlıklarıyla sarsmış oldukları Lübnan’ın hassas siyasî dengesinde kendilerini iktidar kavgalarının içinde buldu. Özellikle Lübnanlı hıristiyanlar ve zaman zaman Suriyeli askerlerle giriştikleri çatışmalarda önemli sayıda kayıp verdiler. Savaş bittiğinde bir süre daha Lübnan’daki üslerini koruyabildilerse de 1982’de İsrail’in Lübnan’ı işgali sonucunda önce Beyrut’u, 1983 sonlarında da bir süre daha kalabildikleri Trablus’u nihaî olarak terketmek zorunda kaldılar ve İsrail’e karşı sürdüregeldikleri mücadelenin hayli uzağına, Tunus’a yerleştiler.
1987 sonunda İsrail işgali altındaki topraklarda yaşayan Filistin halkının Tunus’ta etkisiz durumda bulunan Arafat’tan bağımsız olarak başlattığı, birkaç ay sonra Halîl el-Vezîr’in Tunus’tan gizlice gelip etkin bir çalışmayla Filistin Kurtuluş Örgütü ile bağdaştırdığı intifâda (انتفاضة) (direniş) Arafat’ı yeniden öne çıkardı. İntifâda 15 Kasım 1988’de Cezayir’deki Millî Konsey toplantısında sürgünde bir Filistin devletinin ilânına ve bunun çok sayıda ülke tarafından tanınmasına giden yolu açtı. Bu toplantı aynı zamanda Filistin Millî Sözleşmesi’yle ilgili olarak kabul edilen önemli değişiklikler çerçevesinde, o günlere kadar sürdürülen İsrail’in varlığını tamamen reddeden yaklaşımın sona ermesi ve 1990’lar boyunca temel alınacak olan iki devletli çözümün kabulüne dair değişimin işareti oldu. Arafat, 13 Aralık 1988’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda bir defa daha dünyaya seslenirken Filistin Kurtuluş Örgütü adına terörü reddetmenin yanında İsrail’in varlığını da tanıdıklarını ifade etti. Ancak bu defa Irak’ın 1990’da Küveyt’i işgali sırasında Arafat’ın gerek el-Fetih gerekse Filistin Kurtuluş Örgütü içinden ciddi sayıda temsilcinin muhalefetine rağmen Saddam Hüseyin’e destek vermesi son yıllarda kazandığı bölgesel ve uluslararası itibarının kaybına yol açtı. Daha sonra Amerika Birleşik Devletleri öne çıkarak 1991 Ekiminde Madrid Konferansı sürecini başlattı. İki yıla yakın devam eden ve sonuçsuz kalan bu sürecin ardından Filistinliler, Amerika Birleşik Devletleri ve dünya ile dolaylı da olsa tekrar bağ kurabilme ve Ürdün delegasyonu içinde de olsa resmen temsil imkânı bulmuş oldular. 1993 yılında Arafat’ın Filistin Kurtuluş Örgütü ileri gelenlerinden dahi gizleyerek sürdürdüğü görüşmeler Oslo barış sürecini getirdi. 9 Eylül’de Arafat ve dönemin İsrail başbakanı Rabin tarafından karşılıklı tanıma mektuplarının verilişi ve ardından 13 Eylül’de Washington’daki tarihî törenle, kademe kademe iki devletli çözüme gidecek çerçeveyi belirleyen İlkeler Bildirgesi’nin imzalanışı dünyaya duyuruldu.
1990’ların ilk yarısında Arafat’ın hayatında ilgi çekici bir dizi olay gerçekleşti. 1992’de Arafat’ın içinde bulunduğu özel uçak Sudan-Tunus güzergâhında Libya çöllerinde düştü. Arafat, yolculardan bir kısmının öldüğü bu kazadan, beyninde oluşan pıhtı dolayısıyla ameliyat geçirecek kadar yaralanmış olsa da sağ çıktı. Bazı arkadaşlarının naklettiğine göre kazada hayatta kalması Arafat’ın ilâhî bir surette korunduğu inancını doğurmuştur (Encyclopedia of the Modern Middle East, I, 270). Bu kurtuluş, Arafat’ın siyasî mücadelesi boyunca uğradığı suikast girişimlerinden mûcizevî bir şekilde kurtulmuş olduğu gerçeğiyle birlikte düşünüldüğünde kendisine neden “kefiyeli feniks” (anka kuşu) veya “dokuz canlı adam” denildiğine (Kapeliouk, s. 21) anlam kazandırmaktadır. Diğer bir ilgi çekici olay ise ertesi yıl altmış üç yıllık bekârlıktan sonra şaşırtıcı şekilde, hıristiyan bir Filistinli olan özel sekreteri Süha Tavil’le gizlice yaptığı evlilikti. Arkasından Arafat, Gazze ve Erîhâ’nın Filistinliler’e bırakılmasını öngören 1994 Mayıs tarihli Kahire Antlaşması’nı takiben geçici yönetimi oluşturmak üzere 1 Temmuz 1994’te sürgünden Gazze topraklarına geri döndü. Bir zamanlar dünya kamuoyunda terörist olarak algılanan Arafat’ın aynı yıl Rabin’le birlikte Nobel Barış ödülünü paylaşması dikkat çekici bir gelişme oldu. 1995’in Ağustosunda annesinin adını vereceği bir kızı dünyaya geldi. Nihayet siyasî hayatında önemli bir dönüm noktası olarak, Gazze ve Erîhâ’dan sonra Batı Şeria’daki diğer bazı şehirlerin Filistinliler’e devrini ve Filistin Millî Otoritesi’nin kurumlaşması için seçimlerin yapılmasını öngören 1994 Eylül tarihli Taba Antlaşması imzalandı. Ardından 20 Ocak 1996’da yapılan seçimler sonunda % 80’i aşan oy oranıyla Filistin Millî Otoritesi’nin ve aynı seçimlerle kurulan Filistin Yasama Konseyi’nin başkanı oldu. Arafat ölümüne kadar kalacağı bu makam için karargâh olarak seçtiği Ramallah’a yerleşti.
1996 Mayısından itibaren bilhassa Oslo sürecine muhalefetiyle bilinen Netanyahu’nun İsrail’de iktidara gelişiyle birlikte, esasen baştan beri eşit olmayan şartlarda ve Filistinliler aleyhine gecikmelerle yol almakta olan süreç Arafat’ın konumunu da etkileyecek derecede kötüleşmeye başladı. İsrail’de 1999 seçimlerinde Ehud Barak’ın başbakanlığı ile kısmî bir değişim ve ilerleme sağlanır gibi oldu. Ancak Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Clinton’ın ısrarlı çabalarıyla 2000 Temmuzunda girişilen Camp David görüşmelerinin tıkanması, ardından o sırada muhalefette olan Ariel Şaron’un kışkırtıcı Harem-i şerif ziyaretinin tetiklediği İkinci İntifâda’nın (el-Aksâ) eylül ayından itibaren patlak vermesi ve nihayet yine Şaron’un 2001 Şubatında İsrail’de iktidara gelmesi, gerek barış süreci gerekse Arafat’ın siyasî hayatı ve konumu bakımından sonun başlangıcı oldu. Şaron o sıralarda, Camp David’de barışa karşı tavır aldığı ve intifâda ile birlikte barış sürecini daha da tıkadığı suçlamasıyla Amerika Birleşik Devletleri ve Batılılar’ın gözünde Arafat’ın uğradığı itibar kaybı ve yine ona yönelik kısmen kendisinin yol açtığı, kısmen de engelleyemediği, Filistin yönetim çevrelerinde inkâr edilemez şekilde gözlenmekte olan bürokratik yozlaşma, kayırıcılık ve suistimallere bağlı olarak Filistin halkının çeşitli kesimlerinde ortaya çıkan destek kaybını da iyi değerlendirerek barış sürecini baltalama ve Arafat’ı devreden çıkarma hamlelerine girişti. Bunun sonucunda İsrail ordusunun 2001 Aralık ayında başlatıp 2004 Ekimine kadar sürdürdüğü Batı Şeria işgali sürecinde Arafat, Ramallah’taki -Mukātaa diye bilinen- başkanlık binasında kuşatılarak fiilen etkisiz hale getirildi. Bu sırada hastalanıp sağlık durumu iyice ağırlaştıktan sonra tedavi için Paris’e gitmesine izin verildi. Filistin denildiğinde herkesin aklına ilk gelen tarihsel simge olan Arafat 11 Kasım 2004’te tedavi altında bulunduğu askerî hastahanede vefat etti. Ancak yaşamını sona erdiren hastalığın niteliği dünyaya bildirilmedi (Aburish, s. 300). Ertesi gün Ramallah’taki karargâhı içerisinde defnedildi. Son günlerinde yakınında bulunan bazı Filistinliler, onu kısa sürede ölüme götüren hastalığa gıdasına zehir katan İsrailliler’in yol açtığına inanmaktadır (Abu Sharif, s. 251).
BİBLİYOGRAFYA
T. Walker – A. Gowers, Arafat: The Biography, London 2003.
B. Rubin – J. C. Rubin, Bir Siyasi Biyografi: Arafat (trc. Ali Çakıroğlu), İstanbul 2005.
“Arafat”, Dictionary of the Israeli-Palestinian Conflict: Culture, History, and Politics (haz. Cl. Faure), Detroit 2005, I, 42-45.
P. R. Kumaraswamy, Historical Dictionary of the Arab-Israeli Conflict, Lanham 2006, s. 26-29.
A. Kapeliouk, Yenilmez Arafat (trc. G. Demet Lüküslü), Ankara 2008.
Said K. Aburish, Bay Filistin: Yaser Arafat, Ankara 2008.
Bassam Abu Sharif, Arafat and the Dream of Palestine: An Insider’s Account, New York 2009.
M. Dunn – [M. R. Fischbach], “Arafat, Yasir”, Encyclopedia of the Modern Middle East and North Africa (ed. Ph. Mattar v.dğr.), Detroit 2004, I, 269-272.