https://islamansiklopedisi.org.tr/azim--esma-i-husna
Azîm, “büyük olmak, yüce olmak” mânasındaki izam (azâmet) kökünden türeyen bir sıfat olup “büyük olan, yüce olan, azametli” anlamına gelir. Allah’ın bir ismi olarak azîm “zâtı ve sıfatlarının mahiyeti hakkıyla kavranamayacak derecede yüce; emirlerine karşı gelinemeyen ve âciz bırakılamayan” mânasını ifade eder (Lisânü’l-ʿArab, “ʿaẓm” md.).
Kur’ân-ı Kerîm’de daha ziyade “azâbün azîm”, “ecrün azîm” ve “fevzün azîm” gibi tamlamalar halinde genellikle maddî olmayan olguların çokluğunu ve büyüklüğünü ifade etmek için zikredilen azîm kelimesi altı âyette Allah’ın ismi olarak geçer (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ʿaẓîm” md.). Bu âyetlerden birinde yalın bir şekilde Allah’ın sıfatı olarak kullanılırken (el-Hâkka 69/33), ikisinde yine Allah’ın yüceliğini bildiren alî ismiyle (el-Bakara 2/255; eş-Şûrâ 42/4), üç âyette ise Allah’ın noksan sıfatlardan münezzeh ve yüce olduğunu ifade eden tesbih kavramıyla ilintili olarak kullanılır (el-Vâkıa 56/74, 96; el-Hâkka 69/52). Azîm isminin gerek alî ismiyle gerekse tesbih kavramıyla ilintili olarak kullanılması ismin temel anlamı hakkında bilgi vermekte, Allah’ın her yönden yüce ve her eksiklikten münezzeh olduğunu vurgulamaktadır.
Azîm ismi hem İbn Mâce hem Tirmizî tarafından rivayet edilen esmâ-i hüsnâ listesinde yer almakta (“Duʿâʾ”, 10, “Daʿavât”, 82), ayrıca Hz. Peygamber’in bilhassa üzüntülü ve sıkıntılı zamanlarda yaptığı dualarda bu ismi zikrederek Allah’a niyazda bulunduğu bilinmektedir (Buhârî, “Daʿavât”, 27; Müslim, “Ẕikir”, 83). Diğer taraftan Hz. Peygamber, Kur’ân-ı Kerîm’deki “Öyleyse yüce (azîm) rabbinin adını tesbih et” (el-Vâkıa 56/74, 96; el-Hâkka 69/52) emrine uygun olarak namazların rükûunda, “sübhâne rabbiye’l-azîm” denilmesini emretmiş ve her rükûda bu tesbihatı uygulamıştır (bk. İbn Mâce, “İḳāme”, 20; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 146, 147; Tirmizî, “Mevâḳītü’ṣ-ṣalât”, 82; Nesâî, “İftitâḥ”, 77, “Taṭbîḳ”, 9, 74, 86).
Azîm asıl itibariyle cisimlerin maddî açıdan büyüklüklerini ifade eden bir sıfat olsa da böyle bir kullanım gerek yaratılmışlık alâmeti olan maddî boyuta sahip olmayı gerekse iki nesne arasında kıyaslamayı gerektirmesi bakımından Allah hakkında mümkün değildir. Bu sebeple İslâm âlimleri azîm isminin Allah’ın şanının, saygınlığının büyüklüğünü, mânevî açıdan yüceliğini ifade ettiğini söylemişlerdir (Hattâbî, s. 64-65; Zeccâc, s. 46). Nitekim idrake konu olan varlıklar birbirlerine kıyasla azîm olarak isimlendirilebilse de bu mutlaklık ifade etmez. Söz gelimi gözün idrakine konu olan varlıklar içerisinde fil, kendisinden küçük olana nisbetle azîm olmakta, fakat gözün bütününü kuşatamadığı yer ve gökyüzü de file oranla azîm olmaktadır. Öte yandan gözün bütününü idrak edemediği varlıkları ise akıl idrak etmektedir. Oysa Allah Teâlâ aklın da idrak edemeyeceği, künhüne vâkıf olamayacağı varlıktır. Dolayısıyla gerçek anlamda tek mutlak azîm olan Allah’tır (Gazzâlî, s. 112-113).
Azîm isminin ifade ettiği bir diğer temel özellik ise Allah’ın emrine karşı gelinemeyen güçte bir varlık oluşudur. Azîm ismi aslında bu anlamıyla insanlar hakkında da kullanılabilmekte, söz gelimi bir topluluğun önderine, işlerini idare eden kimseye de azîm denilmektedir. Ancak insanlar hakkında bu şekilde bir kullanım sonuçta mecazidir. Zira insana, onu zayıf kılan birtakım engeller sebebiyle âcizlik ârız olabilmektedir. Oysa Allah Teâlâ’yı herhangi bir şeyin âciz bırakması, O’nun hükmünü icra etmesine karşı çıkması, O’na galebe çalması mümkün değildir. Bu yönüyle de tek gerçek azîm Allah’tır (Ebû Abdullah el-Halîmî, I, 195).
Azîmin Allah’ın yüceliğini bildiren bir isim olduğunu vurgulayan Kuşeyrî, yüceliği ifade eden bir vasıf olarak da Allah’ın mutlak bir biçimde kıdem ve vahdâniyyeti hak ettiğini, yoktan yaratıcı kudrete sahip tek varlık olduğunu, ilminin ve kudretinin her şeyi kuşattığını, işitmesi ve görmesinin işitilen ve görülen her şeyi içine aldığını, yardımcılara ihtiyaç duymadığını, zamandan ve mekândan münezzeh olduğunu, zâtının yaratılmış olgulardan ve özelliklerden uzak bulunduğunu ifade ettiğini belirtir (et-Taḥbîr, s. 56). Aslında ifade ettiği bütün bu anlamlarla azîm ismi Allah’ın yaratılmış varlıklarla olan farkını, yaratılmış varlıkların taşıdığı her türlü eksiklikten uzak ve her türlü yetkinliğe sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Bu sebeple esmâ-i hüsnâyı tasnif eden bazı müellifler azîm ismini, “Allah’tan teşbihi (Allah ile yaratılmış varlıklar arasında benzerliği) nefyeden isimler” arasında zikreder (Ebû Abdullah el-Halîmî, I, 195; Beyhakī, I, 93-95).
Esmâ-i hüsnânın her birinden insanın hayatına yönelik dersler çıkarmayı hedef edinen esmâ-i hüsnâ müellifleri, azîm ismini insanın kulluk bilincini geliştiren bir isim olarak görmüşlerdir. Zira böyle bir yücelik ve büyüklüğü idrak eden insanın gözünde diğer her şey önemini yitirecek ve insan sadece Allah’a tâzimde bulunup O’na yönelecektir. İçerdiği bu anlamları itibariyle Allah’ın zâtî sıfatları grubunda yer alan azîm ismi esmâ-i hüsnâdan alî, müteâlî, kuddûs, kebîr, azîz, mecîd isimleriyle anlam yakınlığı taşımaktadır.
BİBLİYOGRAFYA
İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, III, 259-260.
Zeccâc, Tefsîrü esmâʾillâhi’l-ḥüsnâ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Dımaşk-Beyrut 1406/1986, s. 46.
Hattâbî, Şeʿnü’d-duʿâʾ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Dımaşk-Beyrut 1404/1984, s. 64-65.
Ebû Abdullah el-Halîmî, el-Minhâc fî şuʿabi’l-îmân (nşr. Hilmî M. Fûde), Beyrut 1399/1979, I, 195.
Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, el-Esmâʾ ve’ṣ-ṣıfât (nşr. Abdullah b. Muhammed el-Hâşidî), Kahire, ts. (Mektebetü’s-sevâdî li’t-tevzî‘), I, 93-95.
Abdülkerîm b. Hevâzin el-Kuşeyrî, et-Taḥbîr fi’t-teẕkîr (nşr. İbrâhim Besyûnî), Kahire 1968, s. 56-57.
Gazzâlî, el-Maḳṣadü’l-esnâ (Fazluh), s. 37-38, 112-114.
Fahreddin er-Râzî, Levâmiʿu’l-beyyinât (nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa‘d), Beyrut 1404/1984, s. 258-260.