https://islamansiklopedisi.org.tr/fasil--musiki
Mûsiki terimi olarak iki anlama gelen kelime makamlar bütünlüğü içinde belli bir makama ait eserler topluluğunun adıdır. Gerek el yazması gerekse matbu eski güfte mecmualarında eserler, her makama ait müstakil bölümler halinde ve her bölümde de büyük formdan küçüğüne doğru giden bir düzen içerisinde sıralanırdı ki bu bölümlere fasıl adı verilmiştir; rast faslı, sûzinak faslı gibi. Ayrıca daha yaygın bir terim olarak fasıl, “hepsi aynı makamda olmak üzere form bakımından büyükten küçüğe ve usul bakımından ağırdan yürüğe doğru sıralanmış eserlerin icra edilmesi suretiyle verilen konser” demektir.
Türk mûsikisinin tarihî gelişimi içerisinde Osmanlı sahasında XIX. yüzyıla kadar icra edilen fasıllar “klasik fasıl” diye adlandırılmıştır. Bir klasik faslın oluşabilmesi için eserler form bakımından şu şekilde sıralanmalıdır: Taksim, peşrev, kâr, birinci beste, ikinci beste, ağır semâi, yürük semâi, saz semâisi. Esas alınan bu çerçeve bozulmamak şartıyla eser sıralamasında bazı küçük değişiklikler yapılabilir. Meselâ fasılda kâr-ı nâtık veya kârçe de icra edilecekse bunlar kârdan hemen sonra yer alır. Ayrıca kârın icra edileceği fasıllarda tek beste okunabilir. Fasılda şarkılar da bulunuyorsa bu eserler usul bakımından ağırdan yürüğe doğru sıralanmış olarak ağır semâi ile yürük semâi arasında icra edilir.
XVIII. yüzyılın önde gelen mûsiki âlimi ve bestekârı Kantemiroğlu (Dimitrius Cantemir) Kitâbu İlmi’l-mûsîkî alâ vechi’l-hurûfât adlı eserinde faslı “sâzende faslı, hânende faslı, sâzende ve hânende müşterek faslı” olmak üzere üçe ayırmaktadır. Buna göre sâzende faslında sırasıyla taksim, peşrev ve saz semâisi icra edilmektedir. Hânende faslında ise gazel, beste, nakış (ağır semâi), kâr ve yürük semâi formları yer alır. Sâzende ve hânendelerle yapılan müşterek fasılda önce bir sazla taksim yapılır, ardından bir veya iki peşrev çalınır, bunu takiben bir gazel okunduktan sonra beste, ağır semâi, kâr ve yürük semâi okunup bir saz semâisi çalınır, tekrar bir gazel okunarak fasla son verilir. Bunların içinde klasik fasıl anlayışına en uygun olanının müşterek fasıl olduğu görülmektedir. Buradaki müşterek fasılla klasik fasıldaki form sıralamasında bazı farklılıklar bulunsa bile devirlere ve icra edilen meclislere göre birtakım değişikliklerin yapılması tabii karşılanmalıdır. Ayrıca fasıl âhengini uzatmak için bazı formlardan birden fazla eser de bulunabilir. Klasik fasılda eserler ve formlar büyük, ciddi, çok sanatlı, güfte ve beste bakımından klasik devrin özelliklerini yansıtan gerçek kültür müziği ürünleridir. Bundan dolayı fasıllar eğlence müziği olmaktan ziyade kültür ve zevk inceliğiyle idrak edilen bir mahiyet taşırlar.
Gerek Kantemiroğlu’nun eserinde gerekse klasik fasıl anlayışında şarkı formundan hiç söz edilmemiş olması dikkati çeken bir konudur. Bunun sebebi klasik devirde ve klasik fasılda şarkı formunun pek yer almayışıdır. Zira bu form daha çok, gelişme gösterdiği XIX. yüzyıldan itibaren fasıllarda yaygın olarak yer almaya başlamıştır. Nitekim Tanzimat öncesi Osmanlı sarayında padişahın önünde yapılan “huzur fasılları”nda şarkı formuna fazlaca iltifat edilmediği ve bu dönemde Tanbûrî Mustafa Çavuş istisna edilirse bestekârların daha ziyade kâr, beste, semâi formlarında eser bestelemeyi tercih ettikleri bilinmektedir.
XIX. yüzyıldan itibaren fasıllarda daha çok yer almaya başlayan şarkı formu bu yüzyılın ikinci yarısında bilhassa Hacı Ârif Bey ile ön plana çıkınca zaman içinde klasik büyük formlar da ihmal edilmeye başlanmıştır. Bu arada fasıl icrasında ağır usulden yürüğe doğru sıralanan şarkıların ara nağmelerle birbirine bağlanması âdetinin giderek yerleştiği dikkati çekmektedir. Henüz büyük bestekâr ve icracıların yetişmeye devam ettiği bu devirde fasıl eğlence müziğine meyletmekle beraber sanat ve kültür ağırlığını sürdürmekte ve fasıllarda her şeye rağmen beste, semâi gibi formlar icradaki varlıklarını korumaktaydılar. Aslında klasik faslın biraz değişik bir şekli olan bu tür fasıllarda icra edilecek şarkılar ayrı bir tavır özelliği gösteren ve “fasıl şarkısı” adıyla anılan, akıcı, birlikte ve kolayca okunmaya uygun sanat özellikleri taşıyan eserlerdir. Bu alanın en seçkin örneklerini son devirde Bimen Şen ve Selânikli Ahmed Efendi gibi bestekârlar vermiştir.
II. Meşrutiyet’ten ve özellikle Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren Türk mûsikisi eserlerinin daha çok içkili gazino programlarında icra edilir duruma gelmesiyle fasıl tamamen bir eğlence aracı, hatta içki içmenin vazgeçilmez şartı olarak telakki edilmeye başlanmış, ciddi hüviyetinden uzaklaştırılarak Türk mûsikisinin itham edilmesine sebep olacak bir unsur haline getirilmiştir. Ancak 1960’lı yıllara kadar eski hânende ve sâzendelerin bir kısmı henüz hayatta olduğu için istenilen seviyede olmasa bile bazı gazinolarda beste ve yürük semâi gibi klasik formların da yer aldığı fasıllara rastlanmakta, radyolarda da nisbeten seviyeli fasıl örnekleri verilmekteydi. 1960’lardan itibaren ise ülke genelinde birçok sanat dalında başlayan yozlaşmadan Türk mûsikisi ve dolayısıyla fasıl da olumsuz yönde etkilenmiştir.
Günümüzde kâr, beste, semâi gibi büyük formlar terkedilmiş olup sadece usulleri ağırdan yürüğe doğru sıralanan şarkıların ara nağmelerle birbirine bağlanması suretiyle fasıl icra edilmektedir. Bu icralarda faslın orta yerinde bir saz tarafından taksim yapılmakta, sonunda da bazan bir saz semâisi, bazan longa, sirto veya bir oyun havası çalınarak fasıl sona ermektedir. Genellikle rastgele seçilmiş günlük piyasa şarkılarından meydana gelen bu fasılların özel bir adı olmamakla beraber bunlara “piyasa faslı” denilebilir. Bu fasılların klasik fasılla bir ilgisi olmadığı gibi XIX. yüzyıldaki şarkı fasılları ile de ilgisi yoktur. Bu arada sayıları çok az olmakla birlikte halen fasıl geleneği ve repertuvarı çerçevesinde fasıl icra eden toplulukların bulunduğu da zikredilmelidir.
Fasıl Heyeti. Faslı icra eden topluluğa “fasıl heyeti” denir. Faslı defle usul vurmak suretiyle serhânende yönetir. Daha çok kapalı mekânlarda icra edilen fasıl “meydan faslı” adı altında açık alanlarda, saray düğünleri ve şenliklerinde de icra edilmiştir. Osmanlı döneminde gerek sarayda gerekse saray dışında kalabalık bir ses ve saz kadrosundan meydana gelen ve “küme faslı” diye anılan fasıl heyetleri mevcuttu. Küme faslında icra şekli, hânende ve sâzendelerin deflerle vurulan ritim tempoları içinde kalması ile sağlanan çalış ve söyleyiş beraberliğidir. Hiçbir dinamik nüans anlayışının söz konusu olmadığı bu topluluklardaki sâzende sayısında devirlere göre değişiklikler göze çarpmaktadır. Meselâ IV. Murad zamanında bir küme faslında on iki sanatkârın yer aldığı, III. Selim döneminde yapılan fasıllarda heyette elli altmış kişinin bulunduğu, II. Mahmud devrinde ise fasıl heyetinde on yedi kişinin mevcut olduğu bilinmektedir. Ayrıca III. Ahmed’in şehzadelerinin sünnet düğünü münasebetiyle tertip edilen fasla bestekâr Enfî Hasan Ağa idaresinde 80-100 civarında sanatkâr katılmıştır. Saz çeşidi bakımından hayli zengin olan bu topluluklar icralarını uzun müddet sürdürmüşler ve Osmanlılar’ın son döneminde yerlerini başka programlara terketmişlerdir. Küme fasılları Cumhuriyet’ten sonra açılan İstanbul Radyosu ile 1938’de hizmete giren Ankara Radyosu’nda haftalık veya on beş günlük programlar halinde bir süre devam ettirilmiştir.
XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren şarkıya verilen önem sonucunda bu formun gittikçe rağbet kazanmasıyla repertuvarını bu tür eserlerden oluşturan ve adına “ince saz” denilen mûsiki topluluklarının icraları dikkati çeker. Küme fasılları kadar kalabalık ses ve saz topluluklarından meydana gelmeyen ince saz toplulukları eser sıralamasında büyük formlara çok az yer verirlerdi. Bunlar başta ağır aksak usulü olmak üzere küçük usullerle bestelenmiş şarkıları icra ederlerdi. Bu icralarda da eserler birbirine ara nağmelerle bağlanırdı.
Yine bu devirde Batı mûsikisinin sarayda ilgi görmeye başladığı dönemlerde kurulan Muzıka-yi Hümâyun’un şubeleri arasında bir de fasıl takımı yer almıştır. “Fasl-ı atîk” ve “fasl-ı cedîd” adlarıyla ikiye ayrılan bu toplulukta fasl-ı atîk daha çok klasik yapıdan ayrılmayan bir yol takip ederken fasl-ı cedîdde repertuvar genellikle armonize edilmiş şarkılar ve fantezi eserlerden oluşmaktaydı. Saraydaki fasıl topluluğu Cumhuriyet’in ilânından sonra Riyâseticumhur Mûsiki Heyeti adıyla bir müddet icralarını sürdürmüştür.
Osmanlı devrinde ayrıca çoğu halk zevkinden kaynaklanan eserlerin özel bir üslûp içerisinde derlenip sunulduğu “kaba saz takımları” vardı. Bu takımlar “köçekçe” ve “tavşanca” adı verilen mûsiki formlarını icra eder, oyun havaları çalarlardı. “Oyun koldaşı” da denen kaba saz takımlarının sazları bir veya iki lavta, bir kemençe, bazan bir zurna, bir def veya nakkāreden ibaretti. Bu takımlarda eserler ana melodik tema üzerinde birtakım improvize nağmelerle icra edilirdi.
Öte yandan 1940’lı yıllardan başlayarak radyolarda kurulan erkekler faslı, kadınlar faslı, karma fasıl toplulukları klasik tarzda olmasa bile yine de seviyeli fasıl örneklerinin sunulduğu heyetler olarak kabul edilmelidir.
BİBLİYOGRAFYA
Kantemiroğlu, İlmü’l-mûsikî, I, 86-187.
Mahmut Ragıp Gazimihal, Türk Askerî Muzıkaları Tarihi, İstanbul 1955, s. 98-103.
a.mlf., Musıki Sözlüğü, İstanbul 1961, s. 91-92.
Kâzım Uz, Musiki Istılâhatı (nşr. Gültekin Oransay), Ankara 1964, s. 24.