https://islamansiklopedisi.org.tr/haralli
Merakeş’te doğdu. Aslen Mürsiye’nin (Murcia) Harâlle köyünden olup Benî Tücîb kabilesine mensuptur. Bazı kaynaklarda görülen Hirâlî (Brockelmann, GAL, I, 527; Suppl., I, 735) ve Harrânî (İbn Hacer, IV, 204; İbnü’l-İmâd, V, 189; Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1241) şeklindeki nisbeler doğru değildir. İlk tahsilini Merakeş’te yapan Harâllî, İbn Harûf’tan nahiv okudu. Endülüslü edip ve şair Ebü’l-Haccâc el-Belevî’nin derslerine devam etti. Daha sonra tahsil amacıyla doğuya seyahat ederek pek çok hocadan istifade etti. Önceleri mantık ve felsefe ile ilgilenirken muhtemelen tefsir dersi aldığı Harem-i şerif imamı Ebû Abdullah Muhammed b. Ömer el-Kurtubî’nin tesiriyle tasavvufa yöneldi. Hac farîzasını ifa ettikten sonra Mağrib’e döndü ve Bicâye (Bougie) şehrine yerleşti. Burada Ebû Muhammed Abdülazîz b. Ömer’den kıraat, hadis ve fıkıh okudu. Ayrıca kelâm, ferâiz ve mantık dersleri alarak bu alanlarda ileri bir seviyeye ulaştı. Daha sonra Mısır’a gidip bir süre Bilbîs şehrinde ikamet etti. Bölgenin ilim otoritesi olan İzzeddin b. Abdüsselâm ile tefsir konusunda görüşleri uyuşmayınca buradan ayrılmak zorunda kaldı ve Suriye’nin Hama şehrine yerleşip ölünceye kadar orada yaşadı. Vefat tarihi İbnü’l-Ebbâr (ö. 638/1241) tarafından 637 (1240) olarak gösterilmektedir. Gubrînî (ö. 714/1314), ondan nakille bu tarihi verdikten sonra kaynak belirtmeden 12 Şâban 638’de (26 Şubat 1241) öldüğüne dair bir rivayet daha zikreder. Gubrînî’den birkaç yıl sonra vefat eden İbnü’t-Tavvâh da yalnız bu son rivayeti kaydetmiştir.
Tasavvuf ve felsefe ile çok fazla ilgilendiği için Mâlikî fıkhında gerilediğinin bazı fakihlerce ileri sürülmesi üzerine Harâllî, Ebû Saîd el-Berâziî’nin et-Tehẕîb fi’ḫtiṣâri’l-Müdevvene adlı eserini okutmaya başlamış ve bu eserin birçok bölümünün, Mâlikî fıkhının meşhur eseri el-Müdevvenetü’l-kübrâ’nın aslına uygun olmadığını ortaya koymuş, ayrıca İbn Sînâ’nın en-Necât’ını da okutarak eserin dayandığı bazı delilleri çürütecek kadar felsefî birikime sahip olduğunu göstermiştir. Bununla birlikte Harâllî daha çok sûfî müfessir olarak tanınır.
Hocası Ebû Abdullah el-Kurtubî’nin usûl-i fıkıh kaidelerine benzer şekilde ortaya koyduğu ilm-i hurûfa dayalı tefsir anlayışı, Harâllî’nin özellikle tasavvufî düşüncesinin şekillenmesinde etkili olmuştur. Harâllî, çağdaşı Muhyiddin İbnü’l-Arabî gibi harflerin hatta rakamların sembolik ve sırrî değerler taşıdığını savunur. Ona göre bu değerlerin ortaya çıkarılması durumunda ileride meydana gelecek olaylara, Kur’an’daki bazı sûrelerin başında bulunan harflerin esrarına ve genel olarak birtakım gaybî hakikatlere dair bilgi edinilebilir. Başta Zehebî olmak üzere hemen bütün kaynaklar, Harâllî’nin, harf ve rakamlara dayanarak deccâlin ne zaman zuhur edeceğini ve güneşin batıdan ne zaman doğacağını belirlediği iddiasında bulunduğunu kaydederler (meselâ bk. Mîzânü’l-iʿtidâl, III, 114; İbn Hacer, IV, 204).
Dilin tevkīfî olduğunu ve Allah katından vahyedildiğini savunan ekole mensup olan Harâllî’ye göre bir grup kelimedeki harflerin bir araya gelişi tesadüf eseri olmayıp bu kelimelerin daha genel bir anlama delâlet etmesi içindir. Ancak harflerin mânalarını ve neye delâlet ettiklerini kavrama yeteneği sadece Hz. Muhammed’e uyanlara verilmiştir. Harâllî, İbnü’l-Arabî gibi varlıkları kelimeler olarak görür ve canlı varlıkların Allah’ın hareketli harfleri, cansız varlıkların da hareketsiz harfleri olduğunu söyler. Harâllî bazı eserlerini, harflerin bu esrarlı anlamları çerçevesinde Kur’an’ı tefsir etmeye ayırmıştır. Bu eserlerde önce harflerin mânaları ve hangi sayıya tekabül ettikleri üzerinde durulmuş, ardından bu harf ve sayılar Kur’an’ın i‘câzı açısından değerlendirilmiştir. Bunların, Kur’an’daki halledilmesi zor kısımları (müşkil) açıklığa kavuşturmak bakımından sağladığı katkılar ele alındıktan sonra da Kur’an’a dayandırılarak bazı kelimelerin açıklanması yapılmıştır.
Harâllî’nin varlık anlayışı ilim-mârifet anlayışıyla uyum içindedir. İbnü’l-Arabî gibi Harâllî de varlığın Allah’ın tecellilerinden ibaret olduğunu düşünür. Ona göre Allah’ın “hak” diye adlandırdığı (el-A‘râf 7/54) bazı aşkın özellikleri (teâliyyât) ve “halk” diye adlandırdığı sıfatları (tenezzülât) vardır. İkisi arasındaki farkı algılama gücü sadece akla verilmiştir. Yakīn ise Hak ile halk arasındaki birliği bulmak demektir. Buna göre bölünmez bir bütün olarak varlığın aslı olan Hak kendi sıfatlarını yaymış ve bu sayede halk ortaya çıkmıştır. Sıfatlar sahiplerinden ayrılamayacağına göre halk da Hak’tan ebediyen ayrılmayacaktır.
Ehl-i beyt’in sahip olduğu ilme güvenilmesi gerektiğini ileri süren Harâllî, bu sayede hem Sünnîler’in hem de Şiîler’in sevgisini ve dostluğunu kazanmıştır. Yedi yıl boyunca nefsiyle savaştığını, sonunda kendisine iyilik edenlerle etmeyenleri eşit derecede sevecek kadar bir olgunluğa ulaştığını ifade eden Harâllî’nin kaynaklarda pek çok kerameti nakledilir (Bedreddin el-Karâfî, s. 164-165; Makkarî, II, 188-189; Gubrînî, s. 148-155).
Eserleri. 1. Miftâḥu’l-bâbi’l-muḳaffel ʿalâ fehmi’l-Ḳurʾâni’l-münezzel. Kaynaklarda Miftâḥu’l-lübbi’l-muḳfel ʿalâ fehmi’l-Ḳurʾâni’l-münzel adıyla da zikredilen eser hurûf ilmi esaslarına göre yazılmış bir tefsirdir. Gubrînî, kitapta Arap dili ile mantık ilminin gerektirdiği açıklamaların yanı sıra nüzûl sebeplerine de yer verildiğini, ancak bunun dışında eserin fazla bir önemi bulunmadığını belirtir. Zehebî de kitabın, Arap dili gramerinin hiçbir şekilde imkân vermediği ihtimallerle dolu bir tefsir olduğunu, buna rağmen hocası Mecdüddin et-Tûnisî’nin onu çok beğendiğini söyler. Âyetler ve sûreler arasındaki tenâsüp konusunda önde gelen âlimlerden olan Bikāî ise Naẓmü’d-dürer fî tenâsübi’l-ây ve’s-süver adlı tefsirini yazarken, Harâllî’nin âyetler arasındaki münasebetten bahseden tefsirinden Âl-i İmrân sûresinin 37. âyetine kadar yazılmış bir nüshayı elde ettiğini, bundan kabul ettiklerini tefsirine aynen aldığını ve başka eserlerden de faydalanmakla birlikte onun koyduğu esaslar çerçevesinde eserini tamamladığını kaydetmektedir (Naẓmü’d-dürer, I, 10; Kara, s. 117-119). Paris Bibliothèque Nationale’de (nr. 1398) bir parçası bulunan bu tefsirin tamamlanıp tamamlanmadığı bilinmemektedir.
2. el-ʿUrve bi-miftâḥi’l-bâbi’l-muḳaffel li-fehmi’l-Ḳurʾâni’l-münezzel. el-ʿUrve li’l-miftâḥi’l-fâtiḥ li’l-bâbi’l-muḳaffel el-müfehhim li’l-Ḳurʾâni’l-münezzel adıyla da anılan eserin (Ketûre, sy. 3, s. 107) bir nüshası Kahire’de Hidiviyye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Brockelmann, GAL, I, 527). Bikāî, tefsirinin mukaddimesinde, kendisinin çokça faydalandığı bu eserin el-ahrufü’s-seb‘a ve kıraatlerle ilgili olduğunu belirtmektedir (Naẓmü’d-dürer, I, 10).
3. es-Sırrü’l-mektûm fî muḫâṭabeti’n-nücûm. Keşfü’ẓ-ẓunûn’da (II, 989) Muḫâṭabetü’ş-şems ve’l-ḳamer ve’n-nücûm adıyla geçen eser sihir ve tılsımla ilgili olup Zeynüddin el-Malatî buna bir reddiye yazmıştır. Takıyyüddin İbn Teymiyye ise kitaptaki görüşlerin küfür olduğu kanaatindedir. Öte yandan eserin Fahreddin er-Râzî’ye ait olduğu ileri sürülmekte ve bizzat Râzî’nin böyle bir eserinin bulunduğundan söz ettiği belirtilmektedir (Uludağ, s. 62-63). Ancak Kâtib Çelebi, eserin Râzî’ye ait olmadığını İbnü’s-Sübkî’den naklen söylemektedir. es-Sırrü’l-mektûm’un çeşitli yazma nüshaları mevcuttur (TSMK, III. Ahmed, nr. 3256; Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 573, Ayasofya, nr. 2796; Köprülü Ktp., nr. 925).
4. el-Îmânü’t-tâm bi-Muḥammedin en-nebiyyi ʿaleyhi’s-selâm (el-Îmânü’t-tâm bi-ḫayri’l-enâm). İbnü’l-Bârizî’nin Tevs̱îḳu ʿura’l-îmân fî tafżîli ḥabîbi’r-raḥmân adlı kitabına dayanır. Eserde Hz. Peygamber’in insân-ı kâmil, Allah ile mahlûkat arasında vasıta ve küllî hakikat olduğu, bu hakikatin yokluğu halinde ne âlemin mânası ne de mahlûkatın bir esası kalacağı fikri üzerinde durulur (Ketûre, sy. 3, s. 107-108).
5. Maḳālât. Harâllî’nin derlediği hikmetli sözleri ihtiva eden ve bir nüshası, müellifin diğer bazı eserleriyle birlikte Paris Bibliothèque Nationale’de bulunan (nr. 1398) bu risâle George Ketûre tarafından yayımlanmıştır (bk. bibl.).
6. Fütyâ ṣalâḥi’l-ʿamel li’ntiẓâri’l-ecel. Namaz, oruç ve zekât gibi ibadetlerle ilgili çeşitli öğütleri ihtiva etmektedir.
7. el-Vâfî. Miras hukukuna dair olup Karâfî, ferâiz sahasında bu kadar güzel bir eser görmediğini söyler.
8. et-Tevşiye ve’t-tevfiye. Kıraatle ilgili olan eser Bikāî’nin kaynakları arasında yer alır.
9. el-Maʿḳūlâtü’l-üvel. Mantığa dair bir eserdir.
Harâllî’nin kaynaklarda zikredilen diğer eserleri şunlardır: Tefhîmü meʿâni’l-ḥurûf elletî hiye mevâddü’l-kilem fî cemîʿi elsineti’l-ümem, el-Lemḥa fî maʿrifeti’l-ḥurûf, Şemsü meṭâliʿi’l-ḳulûb ve bedrü ṭavâliʿi’l-ġuyûb, Şerḥu’l-esmâʾi’l-ḥüsnâ (bazılarının yazma nüshaları için bk. Brockelmann, GAL, I, 527; Suppl., I, 735).
BİBLİYOGRAFYA
İbnü’l-Ebbâr, et-Tekmile, Madrid 1886, II, 687.
Gubrînî, ʿUnvânü’d-dirâye (nşr. Âdil Nüveyhiz), Beyrut 1969, s. 143-155.
İbnü’t-Tavvâh, Sebkü’l-maḳāl li-fekki’l-ʿiḳāl (nşr. M. Mes‘ûd Cübrân), Beyrut 1995, s. 83-91.
Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XXIII, 47.
a.mlf., Mîzânü’l-iʿtidâl, III, 114.
İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, IV, 204.
Bikāî, Naẓmü’d-dürer, Haydarâbâd 1398/1978, I, 10.
Süyûtî, Ṭabaḳātü’l-müfessirîn (nşr. Ali Muhammed Ömer), Kahire 1396/1976, s. 76, 77.
Bedreddin el-Karâfî, Tevşîḥu’d-Dîbâc (nşr. Ahmed eş-Şüteyvî), Beyrut 1403/1983, s. 162-165.
Dâvûdî, Ṭabaḳātü’l-müfessirîn, I, 386-387.
Ahmed Bâbâ et-Tinbüktî, Neylü’l-ibtihâc, Kahire 1330, s. 201-202.
Makkarî, Nefḥu’ṭ-ṭîb, II, 187-190.
Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 989, 1241.
İbnü’l-İmâd, Şeẕerât, V, 189.
Brockelmann, GAL, I, 527; Suppl., I, 735.
Süleyman Ateş, İşârî Tefsîr Okulu, Ankara 1974, s. 162.
Nüveyhiz, Muʿcemü’l-müfessirîn, I, 352-353.
Süleyman Uludağ, Fahreddin Râzi, Ankara 1991, s. 62-63.
Necati Kara, Bikāî ve Tefsirindeki Metodu, Van 1994, s. 117-119,151.
Mehmet Faik Yılmaz, Âyetler ve Sûreler Arasındaki Münâsebet (doktora tezi, 1995), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 61.
George Ketûre, “Ḥikemü Ebi’l-Ḥasen el-Ḥarâllî”, el-Bâḥis̱, sy. 3, Paris 1978, s. 104-127.
el-Ḳāmûsü’l-İslâmî, II, 59-60.