https://islamansiklopedisi.org.tr/hattabiyye
Kurucusunun tam adı Muhammed b. Ebû Zeyneb Miklâs el-Esedî el-Kûfî el-Ecda‘ olup Ebü’z-Zabyân ve Ebû İsmâil diye de anılır. Benî Esed kabilesinin âzatlısı olup mevâlîdendir. Kûfe’de yetişmiş ve faaliyetlerini burada sürdürmüştür. Ebü’l-Hattâb’ın önceleri Ca‘fer es-Sâdık’la iyi münasebetler kurduğu, hatta Nusayrî olan Hasîbî’den gelen bir rivayete göre Hz. Peygamber’in Selmân-ı Fârisî için kullandığı sitayişkâr ifadelere benzer sözleri Ca‘fer’in Ebü’l-Hattâb hakkında kullandığı ve Anbese en-Nâvûsî’den nakline göre onun için, “İlmimizin ve sırrımızın mahfazası, hayatımızın ve ölümümüzün emini” dediği söylenmiştir. Ayrıca Ebü’l-Hattâb, Ca‘fer’in elini kendisinin göğsüne koyarak sahip olduğu gizli bilgileri unutmaması için ona dua ettiğini ileri sürmüş (Massignon, s. 47-48), fakat bu iddia Ca‘fer’e bildirildiğinde Ebü’l-Hattâb’ın elinden başka hiçbir yerine dokunmadığını belirterek onu yalanlamıştı (Ebû Ca‘fer et-Tûsî, s. 291-292). Her ikisi de gālî olan Hasîbî ve Anbese’nin rivayetleri muteber sayılmamakla birlikte Keşşî’nin ifadesinden anlaşıldığı üzere Ebü’l-Hattâb başlangıçta Ca‘fer’le karşılaşmış, onunla münasebet kurmuş, fakat daha sonra Ca‘fer onun bir yalancı olduğunu anlamıştır.
Ebü’l-Hattâb’ın önceleri Ca‘fer es-Sâdık’ın yakın adamlarından olduğu, fakat Mugīre b. Saîd el-İclî’yi kendisine örnek alması üzerine aşırılığa saptığı Şiî kaynaklarınca da kabul edilmektedir (Nu‘mân b. Muhammed, I, 49). Ca‘fer es-Sâdık’ın vasîsi sıfatıyla ondan ism-i a‘zamı öğrendiğini iddia eden, daha sonra Horasan’da Ebû Müslim-i Horasânî tarafından öldürülen Abdullah b. Muâviye’nin Kûfe’ye dönen mensuplarını (Cenâhiyye) kendi başkanlığında toplayarak diğer mensupları ile birlikte yeni bir gālî fırka olarak örgütleyen Ebü’l-Hattâb kendisinin melek olduğunu, yeryüzündekilere Allah’ın resulü olarak gönderildiğini, imamlarda ve özellikle Ca‘fer es-Sâdık’ta ilâhlık vasfı bulunduğunu ileri sürdü. Kûfe’deki mensuplarını Ca‘fer’e ibadete çağırdı, onlara “lebbeyk yâ Ca‘fer lebbeyk” diye nida ettirdi. Daha sonra Ebü’l-Hattâb’ın ilâhlığını ilân ederek dinî emir ve yasakları kaldırdığını söyleyen Hattâbiyye mensuplarının hareketleri Kûfe’de düzeni sarsacak hale geldi. Vali Îsâ b. Mûsâ, Abbâsî Halifesi Mansûr’a durumu bildirince Ebü’l-Hattâb’ın mensupları üzerine bir kuvvet gönderildi. Buna karşı kendi taraftarlarını muharebe düzenine koyan Ebü’l-Hattâb taş ve sopalarla, ok yerine kullandıkları kamışlarla düşmanlarını mağlûp edeceklerini, muhaliflerinin silâhlarının kendilerine zarar vermeyeceğini iddia ederek mensuplarına cesaret vermeye çalıştı. Fakat taraftarları mağlûp olmaya başlayınca daha önce Allah’ın kendisine öyle bildirdiğini, bu durumun ona yeni mâlum olduğunu söyleyip Muhtâr es-Sekafî’den sonra bedâ görüşünü ileri süren ikinci kişi oldu. Ebü’l-Hattâb, önde gelen mensuplarıyla birlikte 138 (755) veya 143 (760) yılında Fırat nehri üzerindeki Dârürrızk denilen yerde öldürüldü ve başları Bağdat’a gönderildi; cesetleri bir süre asılıp teşhir edildikten sonra topluca yakıldı (Sa‘d b. Abdullah el-Kummî, s. 81-82; Abdurrahman Bedevî, II, 51; Abdullah Feyyâz, s. 118).
Hattâbiyye fırkasına ait yazılı bir metin mevcut olmadığından fırkanın görüşlerini tam olarak tesbit etmek mümkün değildir. Ancak II. (VIII.) yüzyılın belirgin özellikleri de dikkate alınıp kaynakların ittifakla naklettiği görüşleri şöylece sıralanabilir: Ebü’l-Hattâb, Ca‘fer es-Sâdık’ın koruyucu temsilcisi ve kendisinden sonra imâmeti devralacak vasîsidir. Ca‘fer, diğerlerinden farklı olmak üzere ona Allah’ın en büyük ismini (ism-i a‘zam) öğretmiştir. Bütün imamlar peygamberdir. Her devirde iki nebî bulunmaktadır. Bunlardan biri konuşan (nâtık) imam, diğeri ise onun susan (sâmit) vasîsidir. Bu görüş, kısmen değiştirilerek bâtınî gruplar ve İsmâiliyye fırkasının temel prensipleri arasında yer aldığı için İsmâiliyye’nin aslının Hattâbiyye olduğu kanaati yaygındır. İmamlar aynı zamanda ilâhtır; Ca‘fer es-Sâdık, babası ve dedeleri de ilâhtır. Onlar Allah’ın oğulları ve sevdikleridir. Allah önce Ali’ye, daha sonra sırasıyla Hasan, Hüseyin, Zeynelâbidîn, Muhammed Bâkır ve Ca‘fer es-Sâdık’a hulûl etmiştir. Kendisine intikali açısından Ca‘fer’in ilâhlığını pekiştirme çabalarını sürdüren Ebü’l-Hattâb, bu iddiası ile açık olarak fertlerin ilâhlığını ortaya koyan ilk kişidir. Bu iddia Ca‘fer es-Sâdık’a ulaştırıldığında onu fâcir ve yalancı diye vasıflandırmış, kendisinin, babasının ve dedelerinin Allah’ın yarattığı kullar olmanın ötesinde bir nitelik taşımadıklarını belirterek ona lânet etmiştir (Nu‘mân b. Muhammed, I, 50).
Ebü’l-Hattâb’ın ilâhlığına inanan mensupları, Ca‘fer es-Sâdık’ın da ilâhlığını kabul etmekle birlikte Ebü’l-Hattâb’ın ondan ve büyük dedesi Ali b. Ebû Tâlib’den üstün olduğunu, Allah’ın Ca‘fer’den ayrıldığını ve Ebü’l-Hattâb’a hulûl ettiğini savunmuşlardır. İbn Hazm’ın belirttiğine göre o dönemde Kûfe’de Ebü’l-Hattâb’ın ilâhlığına inanan binlerce kişi bulunmaktaydı (el-Faṣl, V, 48).
Bütün haramların helâl sayılması ve İbâhîliğin yayılması Hattâbiyye’nin nihaî hedefidir. Rivayete göre Hattâbiyye mensuplarına dinî bir mükellefiyet ağır gelince Ebü’l-Hattâb’dan hafifletilmesini isterler, o da cemaatini bu tür görevlerden muaf tutardı. Bu şekilde namaz, zekât, oruç, hac gibi farzlar terkedilip zina, hırsızlık, içki, eşcinsellik, fırka dışındakiler aleyhine yalancı şahitlik gibi haramlar helâl sayılıyordu. Öte yandan bu fırka mensuplarının bâtınî te’viller yaptıkları, Hz. Ebû Bekir ve Ömer’i sevmedikleri de kaynaklarda yer alan bilgiler arasındadır.
Ebü’l-Hattâb’dan sonra çeşitli fırkalara ayrılan Hattâbiyye’nin en önemli kolları şunlardır: Bezîgıyye. Dokumacılık yapan ve Ca‘fer es-Sâdık hayatta iken öldürülen Bezîğ b. Mûsâ’ya tâbi olan bu grup, Bezîğ’in Ebü’l-Hattâb gibi Ca‘fer es-Sâdık tarafından gönderilmiş bir nebî ve resul olduğunu kabul ediyorlardı. Bezîğ, daha önce Ebü’l-Hattâb’ın peygamberliğini benimsemiş olmasına rağmen Ebü’l-Hattâb ve taraftarları ondan kesinlikle teberrî etmişlerdir. Muammeriyye. Allah’ın vasîlerin bedenine hulûl eden bir nur olduğunu, bu nurun Ca‘fer es-Sâdık ve Ebü’l-Hattâb’a hulûl etmesinden dolayı onların ilâhlığa yükseldiklerini, daha sonra bunun Muammer b. Ahmer’e intikaliyle Ca‘fer ve Ebü’l-Hattâb’ın melekler arasına katıldığını iddia eden bu fırkaya göre, Allah kâinattaki her şeyi kulları için yaratmış olduğundan haram-helâl diye bir sınırlama getirilemez. Bundan dolayı zina ve hırsızlık gibi haramlar, içki içmek, domuz eti, kan, ölmüş hayvanların etini yemek; anne, kız evlât ve kız kardeşle evlenmek, hatta erkeklerin birbiriyle evlenmesi meşrû kabul edilmiştir. Umeyriyye. Umeyr b. Beyân el-İclî’nin mensupları olup peygamberlerin ve imamların ölümsüz olduğunu ileri sürmüşlerdir. Mufaddaliyye. Ca‘fer es-Sâdık’ın peygamberliğini değil ilâhlığını kabul eden bu fırka Mufaddal b. Ömer es-Sayrafî’ye mensuptur. Hattâbiyye’nin diğer bir kolu, Ca‘fer es-Sâdık’ın kuvvetli ve emin olarak vasıflandırdığı, kendisinde Hz. Mûsâ’nın ruhu bulunduğuna inanılan Serî el-Aksam’ın mensuplarıdır. Bu fırkaya göre Serî de Ebü’l-Hattâb gibi Ca‘fer tarafından gönderilmiş bir resuldür. Bu grup namaz, oruç, hac gibi ibadetleri ilâh olduğuna inandıkları Ca‘fer es-Sâdık için eda etmişlerdir.
Bazı kaynaklar, Hattâbiyye ve Muhammise’yi aynı fırka olarak gösterirlerse de (Sa‘d b. Abdullah el-Kummî, s. 56) bu görüş yukarıda zikredilen ilk Hattâbiyye fırkaları için geçerli görülmemektedir. Bununla birlikte daha sonraki dönemlerde Hattâbiyye mensuplarının Muhammise ile irtibatı bulunduğu düşünülebilir.
BİBLİYOGRAFYA
Nâşî el-Ekber, Mesâʾilü’l-imâme (nşr. J. van Ess), Beyrut 1971, s. 41.
Nevbahtî, Fıraḳu’ş-Şîʿa, s. 37-41, 58-60.
Eş‘arî, Maḳālât (Ritter), s. 10-13.
Nu‘mân b. Muhammed, Deʿâʾimü’l-İslâm (nşr. Âsaf Feyzî), Kahire 1985, I, 49-50.
İbn Bâbeveyh, Kemâlü’d-dîn ve temâmü’n-niʿme (nşr. Ali Ekber el-Gaffârî), Kum 1405, II, 485.
Sa‘d b. Abdullah el-Kummî, el-Maḳālât ve’l-fıraḳ (nşr. M. Cevâd Meşkûr), Tahran 1341 hş./1963, s. 50-60, 81-82.
Bağdâdî, el-Farḳ (Abdülhamîd), s. 247-250.
İbn Hazm, el-Faṣl (Umeyre), V, 48-49.
Ebû Ca‘fer et-Tûsî, İḫtiyâru Maʿrifeti’r-ricâl: Ricâlü’l-Keşşî (nşr. Hasan el-Mustafavî), Meşhed 1348, s. 290-308.
Şehristânî, el-Milel (Kîlânî), I, 179-181.
Neşvân el-Himyerî, el-Ḥûrü’l-ʿîn (nşr. Kemâl Mustafa), Kahire 1367/1948, s. 166-168.
Adudüddin el-Îcî, Şerḥu’l-Mevâḳıf, İstanbul 1292, II, 484.
B. Lewis, The Origins of Ismailism, Cambridge 1940, s. 32-33.
a.mlf., “Abu’l-Khattāb”, EI2 (İng.), I, 134.
W. Ivanow, The Alleged Founder of Ismailism, Bombay 1946, s. 113-114.
L. Massignon, “el-Münḥana’ş-şaḫsî li-ḥayâti’l-Ḫallâc” (trc. Abdurrahman Bedevî, Şaḫṣiyyât ḳaliḳa fi’l-İslâm, Kahire 1947 içinde), s. 47-48.
Abdurrahman Bedevî, Meẕâhibü’l-İslâmiyyîn, Beyrut 1973, II, 51-58.
Abdullah Feyyâz, Târîḫu’l-İmâmiyye, Beyrut 1395/1975, s. 118-122.
Ali Sâmi en-Neşşâr, Neşʾetü’l-fikri’l-felsefî fi’l-İslâm, Kahire 1977, II, 231-245.
Kâmil Mustafa eş-Şeybî, eṣ-Ṣıla, Beyrut 1982, I, 146-151.
Fethî M. ez-Zuğbî, Ġulâtü’ş-Şîʿa, Tanta 1409/1988, s. 311-321.
W. Madelung, “K̲h̲aṭṭābiyya”, EI2 (İng.), IV, 1132-1133.
A. Sachedina, “Abu’l-Ḳaṭṭāb al-Asadī”, EIr., I, 329-330.