https://islamansiklopedisi.org.tr/hayreti
Vardar Yenicesi’nde doğdu. Asıl adı Mehmed’dir. Kaynaklarda Mehmed Şah, Mehmed Çelebi ve Baba Hayretî olarak da geçer. Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Mevlevî şeyhi Yûsuf-ı Sîneçâk’in kardeşi olan Hayretî mutasavvıf bir şairdir. Kardeşi gibi kendisi de önce Şeyh İbrâhim Gülşenî’ye intisap etti, daha sonra Rumeli abdalları arasına karışarak Bektaşîliği benimsedi. Sehî Bey ve Âşık Çelebi’nin belirttiklerine göre Hayretî, Rumeli akıncı ocaklarında bir sipahi olarak ömür sürmüştür. Divanındaki “Kılıç Kasidesi” ile “Yahyâlılarız” redifli murabbaı da bu hususu doğrulamaktadır. Şairin tahsil durumuna dair kesin bilgi mevcut değildir.
Hayretî Vardar Yenicesi, Üsküp ve Belgrad gibi döneminin kültür merkezlerinde çağdaşları olan Hayâlî Bey, Usûlî ve Garîbî ile dost meclislerinde bulunmuştur. Bir ara İstanbul’a da giden şairin burada ne zamana kadar kaldığı bilinmemektedir. İstanbul’da bazı devlet büyüklerine kasideler sunan Hayretî, Kanûnî’nin sadrazamı Makbul İbrâhim Paşa’nın dikkatini çeker. Onun için bir bahâriyye yazıp kendisine sununca İbrâhim Paşa şairden hoşlanıp büyükçe bir ihsanda bulunmak istemişse de sadrazama daha yakın olan Hayâlî Bey’in, Hayretî’yi tok gözlü ve kimseye baş eğmeyen biri olarak tanıtması yüzünden câizeden vazgeçerek küçük bir timar vermeyi kâfi görür. Bunun üzerine Hayretî, “Dil-i bîmâr bu denlü merhem ile tîmâr olmaz” diyerek İstanbul’dan Vardar Yenicesi’ne geri döner.
Yenice’ye geldiğinde Mihaloğlu ve Yahyâlı akıncı ocaklarına sığınan Hayretî, ömrünün sonuna kadar hizmetinde bulunduğu bu beylerin desteğiyle geçinmiştir. Bir yerde durmayıp değişik yerlere giden akıncı ocaklarıyla beraber Yenice, Belgrad ve Üsküp gibi merkezlerde bulunan şair gezip dolaştığı yerleri şiirlerine de aksettirmiştir. Onun Belgrad ve Yenice için yazdığı müstakil şehrengizler bu devrenin mahsulüdür. Son zamanlarında gözleri artık görmeyen Hayretî, dost ve şairler meclisine kardeşi Yûsuf-ı Sîneçâk’in yetiştirmesi olan şair Günâhî’nin yardımıyla gidip gelmekteydi. Nitekim şair ihtiyarladığını ve gözlerinin artık görmediğini birkaç beytinde ifade etmiştir. Latîfî ve Âlî’nin kaydettiğine göre Hayretî, vefatında vasiyeti üzerine Vardar Yenicesi’nde daha önce inşa ettirdiği zâviyesine defnedildi. Sicill-i Osmânî ve Osmanlı Müellifleri’nde ise Hayretî’nin kardeşi Yûsuf-ı Sîneçâk ile beraber İstanbul’da Sütlüce’deki hazîrede medfun olduğu ve orada Hayretî adına bir mezar taşının bulunduğu kaydedilmektedir. Buna karşılık Hayretî’nin yakın dostu olan Âşık Çelebi, Hayâlî Bey’i anlatırken Vardar’a gittiğinde vefat etmiş bulunan Hayretî’nin ruhu için Fâtiha okuduğunu yazar ki bu Hayretî’nin mezarının Vardar Yenicesi’nde olduğuna bir delil teşkil eder. Bu takdirde Sütlüce’deki kabir bir makam olarak düşünülebilir. Künhü’l-ahbâr’da ayrıca şairin Yenice’deki mezarının bir ziyaret yeri olduğu belirtilir.
“Ca‘ferî-mezheb safâyî canlarız” diyerek mezhebini açıklayan Hayretî’nin Ca‘ferî ve Alevî olduğunu Âşık Çelebi ile Latîfî de belirtmektedir. Şair Hz. Ali, Hüseyin ve on iki imamı methetmekle beraber Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman’a da hürmetkârdır. Bu husus Rumeli’de yetişen Bektaşî şairlerinin çoğunda görülür. Rumeli abdalları da Hayretî’nin şiirlerine bütün özellikleriyle aksetmiştir. Hayretî’nin divanı abdalların yaşayış, düşünüş ve giyinişlerini anlatan birçok malzemeye sahiptir.
Hayretî samimi ve sade üslûbu, rindâne edası, zengin kelime hazinesi, çeşitli deyimler kullanması, mahallî tasvirlere ve müşahhas unsurlara yer verişiyle dikkati çeken bir şairdir. Onun âşıkane, halk zevkine uygun, sade ve hoşa giden gazelleri bulunduğu tezkire yazarlarınca ortaklaşa kabul edilmektedir. M. Fuad Köprülü’ye göre de Hayretî, şiirlerinde Rumeli şehirlerinin hususiyetlerini ve aşklarını açık ve lâubali bir tarzda terennüm eden orijinal bir şairdir. Ayrıca tasavvuf terimlerini kullanmada oldukça maharetlidir. Şiirde âhenge dikkat eden ve aruza hâkim olan şair edebî sanatlarda da başarılıdır. Onun asıl şahsiyetini ise sanatlı ve mazmunlarla yüklü şiirlerinden çok dervişâne ve rindâne yolda samimi şiirleri aksettirir. Bu özellikleriyle Hayretî derviş, rindmeşrep, mustarip ve bazan da zevkperest bir şairdir.
Eserleri. 1. Divan. Hayretî’nin, devrinde hemen her tabakadan insanın beğenip okuduğu, kendisine haklı bir şöhret kazandıran divanı XVI. yüzyılın geniş hacimli mürettep divanlarından biridir. Âlî’nin naklettiğine göre Hâfız divanı gibi fal tutulan Hayretî divanı klasik tertibe uygun olarak tevhid ve na‘tla başlar. Yedi nüsha üzerinden yapılan tenkitli neşrinde (bk. bibl.) yirmi kaside, otuz beş musammat, bir müstezad, 487 gazel ve yedi kıta bulunmaktadır. Hayretî divanıyla ilgili olarak Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Mustafa Tatcı (Hayretî Divanı’nda Din ve Tasavvuf [1986]), Mehmet Sarı (Hayretî Divanı’nda Maddî Kültür Unsurları [1986]), Mehmet Temizhan (Hayretî Divanı’nda Âşık [1986]), Ahmet Arı (Hayretî Divanı’nda Sevgili ve Sevgilinin Fizikî Yapısı ile İlgili Özellikleri [1987]); Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Nihat Öztoprak (Hayretî Divanı’nda Bitkiler [1986]) ve Hikmet Feridun Güven (Hayretî Divanı’nda Kozmik Âlem ve Zaman [1988]) yüksek lisans tezi hazırlamışlardır.
2. Belgrad Şehrengizi. Uzun bir münâcâtla başlayan 261 beyitlik bu eser, çeşitli edebî sanatların ve söz oyunlarının hâkim olduğu bir üslûpla yazılmıştır. Manzumede şair, memdûh ve mahbûblarını tanıtmaya başlamadan önce yalnızlık ve kimsesizlikten şikâyet eder, ilâhî aşka müptelâ olamayışından yakınır. Bu arada memdûhlar arasında Bosna sancak beyi Gazi Hüsrev Bey’e yer vermesi Hayretî’nin onun dostluğunu kazandığını belli etmektedir.
3. Yenice Şehrengizi. Yetmiş üç beyitlik bu manzumede ise sadece mahbûb ve memdûhlar söz konusu edilir. Her iki şehrengizde de şehirlerin özellikleri ve sosyal yaşayış bakımından pek fazla bilgi yoktur. Bu şehrengizler birer inceleme ile birlikte Mehmed Çavuşoğlu tarafından yayımlanmıştır (GDAAD, nr. 2-3 [1974], s. 325-356; nr. 4-5 [1976], s. 81-100).
Bunlardan başka Fehmi Ethem Karatay Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndeki (Hazine, nr. 1137) bir mecmua içinde Hayretî’nin Bahâristan, Nâme-i Hayretî ve Muhabbetnâme-i Hayretî adlı üç mesnevisi bulunduğunu kaydetmektedir (Türkçe Yazmalar, II, 115).
BİBLİYOGRAFYA
Hayretî, Dîvan (haz. Mehmed Çavuşoğlu – M. Ali Tanyeri), İstanbul 1981, neşre hazırlayanların girişi, s. IX-XVIII.
Sehî, Tezkire (Kut), s. 295.
Latîfî, Tezkire, s. 141.
Ahdî, Gülşen-i Şuarâ, Millet Ktp., Ali Emîrî Efendi, Tarih, nr. 774, vr. 76a.
Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ, vr. 90b-91b.
Kınalızâde, Tezkire, I, 314-317.
Beyânî, Tezkiretü’ş-şuarâ, Millet Ktp., Ali Emîrî Efendi, Tarih, nr. 757, vr. 26a.
Âlî Mustafa, Künhü’l-ahbâr, İÜ Ktp., TY, nr. 5459, vr. 391a.
Riyâzî, Riyâzü’ş-şuarâ, Nuruosmaniye Ktp., nr. 3724, vr. 59a.
Mehmed Tevfik [Çaylak], Kāfile-i Şuarâ, İstanbul 1290, s. 171.
Sicill-i Osmânî, II, 263.
Osmanlı Müellifleri, I, 80.
Ali Nihad Tarlan, Şiir Mecmualarında XVI ve XVII. Asır Divan Şiiri, İstanbul 1949, IV, 25-52.
Karatay, Türkçe Yazmalar, II, 115.
Agâh Sırrı Levend, Türk Edebiyatında Şehr-engizler ve Şehr-engizlerde İstanbul, İstanbul 1958, s. 27-28.
Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 319-320.
Mehmed Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi (haz. Orhan F. Köprülü – Nermin Pekin), İstanbul 1981, s. 386, 390.
Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1983, s. 124-127.
Büyük Türk Klâsikleri, III, 272-275.
Mustafa Tatcı, Hayretî Divanı’nda Din ve Tasavvuf (yüksek lisans tezi, 1986), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, tür.yer.
Fevziye Abdullah Tansel, “Hayretî”, TA, XIX, 126.
Harun Tolasa, “Hayreti Mehmed Çelebi”, TDEA, IV, 180-182.