https://islamansiklopedisi.org.tr/kerremallahu-vecheh
Arapça’da “yüceltmek, üstün tutmak” anlamına gelen tekrîm masdarından türemiş kerreme fiili, Allah lafzı ve “yüz, sima” mânasındaki vech kelimelerinden oluşan bir cümledir. Hz. Peygamber’in vefatından sonra devlet başkanlığı görevini üstlenen ilk dört halifenin ashabın en faziletlileri olduğu telakkisi Sünnî müslümanlarca kabul edilmiş, bunların her biri için Ebû Bekir es-Sıddîk, Ömer el-Fârûk, Osman Zi’n-nûreyn ve Ali el-Murtazâ şeklinde övgü niteliğinde ayırıcı vasıflar kullanılmıştır. Bunun yanında hangi sahâbî olursa olsun adı geçtiğinde “radıyallahu anh” (Allah ondan razı olsun) cümlesinin eklenmesi, yine Sünnî müslümanlar arasında genellikle uyulan bir gelenek olmuştur. Bunun yerine Şiî müslüman çevrelerinde Hz. Ali için “aleyhi’s-selâm” (Allah’ın selâmı üzerinden eksik olmasın) cümlesi kullanılagelmiştir. İlk kaynaklarda rastlanmayan ve muhtemelen Şiîler’ce ortaya çıkarılan kerremallahu vecheh tabiri de daha sonra bütün müslümanlarca benimsenmiştir. Bazı müellifler bu ifadeye “fi’l-cenne” ibaresini ekleyerek cümlenin içeriğini cennet hayatına tahsis etmişlerdir (M. Beyyûmî Mehrân, V, 39).
Kerremallahu vecheh cümlesinin kullanılışı yaygınlaştıktan sonra hangi sebeplerle Hz. Ali’ye yöneltildiği konusunda bazı yorumlar yapılmış ve onun putlara tapmadan müslüman olması en önemli sebep olarak ileri sürülmüştür (İbn Sa‘d, III, 21; İbn Hacer el-Heytemî, s. 185). Ayrıca ilk müslüman oluşu da zikredilmiş ve Hz. Peygamber’in çok yakını bulunduğu hatırlatılmıştır. Ancak Resûl-i Ekrem’in nübüvvetine ilkin Hz. Hatice veya Ebû Bekir’in iman ettiği yolundaki karşı görüş ve Resûlullah’a nesep açısından yakınlıkla hısımlığın dinî-mânevî üstünlük sağlayıp sağlamayacağı konusundaki farklı düşünceler sözü edilen yorumu tatminkâr olmaktan uzaklaştırmaktadır. Bunun gibi Hz. Ali’nin yüzüne bakmanın bir nevi ibadet sayılacağı yolundaki telakki de (Muhammed b. Yûsuf el-Gencî, s. 156-162; Şevkânî, s. 204) hem İslâm’ın tevhid ilkesine bağlı ibadet anlayışı hem de konuyla ilgisi açısından isabetli görünmemektedir.
BİBLİYOGRAFYA
İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, III, 19-31.
Nesâî, Ḫaṣâʾiṣu emîri’l-müʾminîn ʿAlî b. Ebî Ṭâlib (nşr. Ahmed Mîrîn el-Belûşî), Küveyt 1406/1986, s. 21-42.
İbn Şehrâşûb, Menâḳıbü âli Ebî Ṭâlib, Beyrut 1405/1985, II, 3-21.
Muhammed b. Yûsuf el-Gencî, Kifâyetü’ṭ-ṭâlib fî menâḳıbi ʿAlî b. Ebî Ṭâlib (nşr. M. Hâdî el-Emînî), Tahran 1404, s. 156-162.
İbn Hacer el-Heytemî, eṣ-Ṣavâʿiḳu’l-muḥriḳa, Beyrut 1405/1985, s. 185-195.
Nûreddin el-Halebî, İnsânü’l-ʿuyûn, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), I, 432.
Şevkânî, Derrü’s-seḥâbe (nşr. Hüseyin b. Abdullah el-Amrî), Dımaşk 1404/1984, s. 199-229.
Aʿyânü’ş-Şîʿa, I, 325-326, 335-336.
Mü’min b. Hasan Mü’min eş-Şeblencî, Nûrü’l-ebṣâr fî menâḳıbi âli beyti’n-nebiyyi’l-muḫtâr, Kahire, ts. (Matbaatü’l-Hicâz), s. 76.
M. Beyyûmî Mehrân, el-İmâm ʿAlî b. Ebî Ṭâlib, Beyrut 1990, V, 39, 50-52; VI, 149, 327-328.
Dihhudâ, Luġatnâme, XXII, 472.
E. Ruhi Fığlalı, “Ali”, DİA, II, 374.