https://islamansiklopedisi.org.tr/muttehem
Sözlükte “hata etmek, yanılmak” anlamındaki vehm kökünün “iftiâl” kalıbından türeyen müttehem kelimesi, bir suç veya kusur sebebiyle zan ve töhmet altında kalan şüpheli kimseyi ifade eder. Bir hadis terimi olarak rivayet kusurlarından biriyle ve özellikle yalancılık veya hadis uydurmakla itham edilen râviler Hakkında kullanılan ağır bir cerh lafzı olup müttehem bi’l-kizb / kezib, müttehem bi’l-vaz‘ şeklinde de kullanılır. Bu tür râviler için rivayetlerinin değeri bakımından ayrıca metrûk / metrûkü’l-hadîs, matrûh / matrûhü’l-hadîs de denir. Abdullah b. Dâhir b. Yahyâ, Ca‘fer b. Ahmed el-Bezzâr, Süfyân b. Vekî‘, Yûnus b. Ahmed b. Yûnus müttehem râvilerden bazılarıdır (İbn Adî, IV, 228, Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, II, 4).
Ricâl kaynaklarında bazı râvilerin gevşeklik, münafıklık, fâsıklık, bid‘atçılık, bayağılık, bağnazlık, hayâsızlık, tedlîs, hadis hırsızlığı (bir hocadan duymadığı hadisi duymuş gibi göstermek, serikatü’l-hadîs), nebiz içmek, yalancı şahitliği gibi kusurlarla suçlanması, mutlak mânada bu terimin râvinin dinî-ahlâkî yönünü ifade eden adâlet vasfıyla ilgili kusurlara yönelik olduğunu göstermektedir. Bir râvinin hadis uydurduğu kesin şekilde bilinmese de insanlarla olan ilişkilerinde yalan söylemesi veya dinin temel kurallarıyla bağdaşmayan bir sözü yalnızca kendisinin haber vermesi (infirâd) onun yalancılıkla itham edilmesine sebep olur. Çünkü bir râvinin günlük hayatta yalan söylemesi “kavlî fısk”tır (Ali el-Kārî, s. 431) ve hadis rivayetinde de yalan söyleyebileceğini gösterir. Dinin temel esaslarına aykırı bir sözü tek başına rivayet etmesi de onu kendisinin uydurduğu şüphesini doğurur ve rivayeti mevzû hadis olarak değerlendirilir.
Yalancılıkla suçlanan râvilerden hadis rivayet etmenin câiz olup olmadığı hususunda iki görüş vardır. Ebû Avâne el-Vâsıtî ve İbnü’l-Mübârek’in de aralarında bulunduğu hadis imamlarının çoğunluğu bunu câiz görmezken Süfyân es-Sevrî buna cevaz vermiştir (İbn Receb, s. 83). Hâkim en-Nîsâbûrî ise Mâlik b. Enes, Şâfiî, Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed gibi âlimlerin bazı zayıf râvilerden hadis rivayet etmesinden söz ederek onların da bu görüşü benimsediğini, ayrıca kendi zamanına kadar her asırda ve her nesilde hadis imamlarının bu yönde uygulama yaptıklarını belirtmiştir (a.g.e., a.y.; Hâkim en-Nîsâbûrî, s. 149-150). Ancak mutlak mânada zayıf râvi ile yalancılıkla itham edilen zayıf râvi hüküm bakımından bir olmayacağı gibi bu tür râvilerin rivayetlerini yazmakla onları başkalarına nakletmek de aynı şey değildir. Çünkü zayıf râvilerin rivayetleri nakil için değil onları tanımak, öğrenmek ve durumlarını açıklamak için yazılır. Buda söz konusu râvilerin rivayetlerini cerh ve ta‘dîl türü kitaplarda toplamak gibidir. Nitekim bu kaynaklarda bazı râviler hakkında kullanılan, “Biraz zayıftır”; “Azıcık tenkit edilmiştir”; “Hadisi itibar için yazılır” gibi ifadelerle, “Hadisi ancak tanımak için yazılabilir” (Fesevî, II, 431; III, 42, 50, 54, 64) veya, “Bu hadisler o râvilerin durumlarını açıklamak maksadıyla zikredilebilir” (İbn Receb, s. 85) gibi tenkitlerdeki farklılık da bunu göstermektedir.
Her ne sebeple olursa olsun bir râvinin yalancılıkla itham edildiğini belirten bir ifade, ilk dönem ricâl tenkitçilerinin dörtlü taksiminde en ağır cerh lafızlarının bulunduğu dördüncü mertebede, sonraki dönemlerde ise yapılan beşli, altılı taksimlerde dördüncü veya beşinci mertebede yer alan ağır bir cerh ifadesidir. Hadis âlimleri, senedinde böyle bir râvi bulunan ve “metrûk” yahut “matrûh” denilen rivayetin (Zehebî, s. 34-35; Tecrid Tercemesi, Mukaddime, I, 294-295) hiçbir delil değeri taşımadığı, itibar ve istişhâd için dahi kullanılmayıp terkedilmesi gerektiği, râviyi tanıyıp durumunu açıklama gayesi dışında rivayet edilmesinin câiz olmadığı konusunda görüş birliğine varmıştır. Nitekim Şu‘be b. Haccâc, Mâlik b. Enes, Abdurrahman b. Mehdî ve İmam Müslim gibi hadis münekkitleri yalancılıkla suçlananlardan hadis alınamayacağını açıkça belirtmişlerdir.
Müttehem râviler ve rivayetleri hakkında ricâl, ilel ve mevzû hadis kaynakları yanında Buhârî ve Ukaylî’nin eḍ-Ḍuʿafâʾ, İbn Hibbân’ın Kitâbü’l-Mecrûḥîn, Zehebî’nin Mîzânü’l-iʿtidâl, İbn Hacer el-Askalânî’nin Tehẕîbü’t-Tehẕîb adlı kitapları ile Nesâî, Dârekutnî ve Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî’nin eḍ-Ḍuʿafâʾ ve’l-metrûkîn, İbn Adî’nin el-Kâmil, Zehebî’nin el-Muġnî ve Burhâneddin el-Halebî’nin el-Keşfü’l-ḥas̱îs̱ adlı eserlerine başvurulabilir.
BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “vhm” md.
Müslim, “Muḳaddime”, 1.
Fesevî, el-Maʿrife ve’t-târîḫ, II, 431; III, 42, 50, 54, 64.
İbn Ebû Hâtim, el-Cerḥ ve’t-taʿdîl, II, 32.
İbn Adî, el-Kâmil, IV, 228; VII, 259.
Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye (nşr. Ebû Abdullah es-Sevrakī – İbrâhim Hamdî el-Medenî), Medine, ts. (el-Mektebetü’l-ilmiyye), s. 116, 253.
Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Medḫal fî uṣûli’l-ḥadîs̱ (İbn Kayyim el-Cevziyye, el-Menârü’l-münîf [nşr. Ahmed Abdüşşâfî] içinde), Beyrut 1408/1988, s. 149-150.
İbnü’l-Cevzî, eḍ-Ḍuʿafâʾ, II, 4.
İbnü’s-Salâh, ʿUlûmü’l-ḥadîs̱, Kahire, ts. (el-Mektebetü’l-Mütenebbî), s. 55.
Nevevî, et-Taḳrîb, Kahire 1388/1968, s. 18.
Zehebî, Mûḳıẓa (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Beyrut 1405, s. 34-35.
İbn Receb, Şerḥu ʿİleli’t-Tirmiẕî (nşr. Subhî es-Sâmerrâî), Beyrut 1405/1985, s. 78, 83, 85, 86, 92, 93, 94, 193.
Ali el-Kārî, Şerḥu Şerḥi Nuḫbeti’l-fiker (nşr. M. Nizâr Temîm – Heysem Nizâr Temîm), Beyrut, ts. (Dârü’l-Erkam), s. 431.
Tecrid Tercemesi, Mukaddime, I, 294-295.
Ömer b. Hasan Osman Fellâte, el-Vażʿ fi’l-ḥadîs̱, Dımaşk-Beyrut 1401/1981, I, 99-100, 319-320; III, 383-444.
Emin Âşıkkutlu, Hadiste Ricâl Tenkîdi: Cerh ve Ta‘dîl İlmi, İstanbul 1997, s. 113, 115-117, 182-183.