https://islamansiklopedisi.org.tr/senetul-huzn
Nübüvvetin onuncu yılında Kureyşliler’in boykotu kaldırmasından yaklaşık dokuz ay sonra önce Ebû Tâlib, ardından Hz. Hatice üç gün ara ile vefat etti (10 Ramazan / 19 Nisan 620). Kendisine en büyük desteği veren bu iki yakınının ölümü Hz. Peygamber’i son derece üzdü. Kendisine inanan ilk kişi olan Hz. Hatice, İslâmiyet’i tebliğ ederken karşılaştığı bütün sıkıntıları onunla paylaşmış, en zor zamanlarında onu teselli ederek destek vermişti. Amcası Ebû Tâlib ise kavmine karşı onu korumuş, uğrunda her şeyi göze almakla kalmayıp Ebû Leheb dışındaki Hâşimoğulları’nı da onu korumak için seferber etmiş ve Kureyş arasındaki saygınlığı sayesinde ona fiilî saldırılarda bulunulmasını engellemişti. Onun ölümünü fırsat bilen müşrikler Resûl-i Ekrem’e yönelik hakaretlerini arttırdılar ve fiilî saldırılarda bulunmaya başladılar. Kaynaklarda Hz. Hatice ve Ebû Tâlib’in vefat ettiği nübüvvetin onuncu yılı “senetü’l-hüzn / âmü’l-hüzn” diye isimlendirilmiştir. Bu ismin doğrudan Resûl-i Ekrem tarafından verildiği de zikredilmektedir (Ahmed b. Muhammed el-Kastallânî, I, 266; Nûreddin el-Halebî, II, 41).
Daha önce, geçtiği yollara veya evinin önüne diken ve pislik atmak yahut onunla alay edip hakaret etmekle yetinen müşrikler, Ebû Tâlib’in vefatından sonra evinden çok az çıkan Hz. Peygamber’e ağır hakaret ve işkenceler yapmaya başladılar. Hatta evinin içine de çeşitli pislikler attılar. Nitekim Resûlullah, amcasının yokluğunu çok çabuk hissettiğini ve müşriklerin kendisine amcasının sağlığında yapamadıkları kötülükleri yaptıklarını söylemiştir (İbn Hişâm, II, 65; İbn Sa‘d, I, 164). Bir gün müşrikler Hz. Peygamber’in başına toprak atmış, o da toz toprak içerisinde evine dönmüştü (İbn Hişâm, II, 65). Buna çok üzülerek ağlayan kızlarından birini, “Ağlama kızım! Şüphesiz ki Allah babanı korur” diye teselli etti. Bir başka gün Ebû Cehil’in teşvikiyle Ukbe b. Ebû Muayt, Kâbe’nin yanında namaz kılmakta olan Resûl-i Ekrem’in üzerine secdeye gittiği sırada yeni doğuran devenin etenesini (içi kan ve pislik dolu yavruyu saran zar) attı (Buhârî, “Ṣalât”, 21; “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 29). Ukbe, diğer bir günde Abdullah b. Amr b. Âs’ın müşriklerin Hz. Peygamber’e yaptığı en ağır işkence olarak gördüğü saldırıyı yaptı. Kâbe’nin yanında namaz kılarken secdeye vardığı esnada onu elbisesiyle boğmaya kalkıştı. Bunu gören Hz. Ebû Bekir, “Bir adamı ‘Rabbim Allah’tır’ dediği için öldürecek misiniz?” diyerek ona engel oldu (Buhârî, “Feżâʾilü aṣḥâbi’n-nebî”, 5). Kaynaklarda, Resûlullah’ın halalarının Ebû Tâlib’in ölümünden sonra Hâşimoğulları’nın reisi olan kardeşleri Ebû Leheb’den onu himayesine almasını istedikleri, onların ısrarlarına dayanamayan Ebû Leheb’in de kabilecilik adına onun himayesini üstlendiği, ancak arkadaşlarının tahrikiyle ve Hz. Peygamber’in müşrik olarak ölen herkesin cehennemlik olduğunu söylemesine kızıp kısa süre sonra bundan vazgeçtiği bildirilmektedir.
Bu baskılar sebebiyle Mekke’de İslâm’a davet faaliyeti son derece zorlaşmıştı. Bir çıkış yolu arayan Resûl-i Ekrem, davetini diğer bir şehirde yapmaya ve Kureyş müşriklerine karşı başka bir kabilenin yardımını istemeye karar verdi. Tâif’te yaşayan Sakīfliler’in İslâm’a gireceğini veya kendisine yardımcı olacağını umuyordu (İbn Hişâm, II, 67; İbn Sa‘d, I, 164). Ebû Tâlib ile Hz. Hatice’nin vefatından yaklaşık bir buçuk ay sonra (peygamberliğin onuncu yılı şevval ayı sonları) Zeyd b. Hârise’yi yanına alarak Tâif’e gitti. Tâif’te kaldığı on gün içinde Sakīf kabilesinin liderleriyle görüştü ve onları İslâm’a davet etti. Ancak müşriklerden hiçbiri İslâm’ı kabul etmediği gibi onu alaya alıp hakaret ettiler ve ayak takımını peşine takarak onu taşlattılar. Resûlullah’ın ayakları kan içinde kaldı, onu korumaya çalışan Zeyd de birkaç yerinden yaralandı. Tâif’ten çıkmaya çalışan Hz. Peygamber yol üstünde Mekkeli iki kardeşe ait bir bağa sığınmak zorunda kaldı. Burada, Allah’ın kendisine bir kızgınlığı olmadığı takdirde başına gelen her sıkıntıya katlanmaya hazır olduğunu bildirdiği meşhur duasını yaptı ve mâruz kaldığı sıkıntıları Allah’a arzedip O’ndan yardım diledi. Mekke’ye yaklaştığında şehre girmeyi tehlikeli gördü ve eman müessesesinden yararlanıp Nevfeloğulları liderlerinden Mut‘im b. Adî’ye haber göndererek himayesini istedi. Müşrik olmakla birlikte teklifini kabul eden Mut‘im’in himayesinde Mekke’ye girdi. Resûl-i Ekrem, müşriklerin baskılarının devam ettiği bu günlerde Allah tarafından isrâ ve mi‘rac mûcizesiyle teselli edildi. Aynı yılın hac mevsiminde İslâm’ı tebliğ ederken Yesrib’den gelen altı kişi davetini kabul ederek müslüman oldu. Böylece Mekke’de Hz. Peygamber’in ve arkadaşlarının yaşadığı sıkıntı dolu günlerin yakında sona ereceğini gösteren yeni bir kapı açıldı (bk. AKABE BİATLARI).
BİBLİYOGRAFYA
İbn Hişâm, es-Sîre (nşr. Ömer Abdüsselâm Tedmürî), Kahire 1987, II, 15, 64-67.
İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt (nşr. M. Abdülkādir Atâ), Beyrut 1410/1990, I, 164-165.
Taberî, Târîḫ (Ebü’l-Fazl), II, 344.
Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye (nşr. Ali Abdüsâtir v.dğr.), Kahire 1408/1988, III, 131-133.
Necmeddin İbn Fehd, İtḥâfü’l-verâ bi-aḫbâri Ümmi’l-ḳurâ (nşr. Fehîm M. Şeltût), Kahire 1404/1983, I, 305-306, 309.
Ahmed b. Muhammed el-Kastallânî, el-Mevâhibü’l-ledünniyye (nşr. Sâlih Ahmed eş-Şâmî), Beyrut 1412/1991, I, 266.
Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, II, 572-576.
Nûreddin el-Halebî, İnsânü’l-ʿuyûn, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), II, 41, 50-51.