https://islamansiklopedisi.org.tr/talik--hat
Sözlükte “asılmak, askıya alınmak” anlamındaki ta‘lîk İran’da tevkī‘ ve rikā‘ yazılarından geliştirilmiş bir yazı çeşididir. Erken dönemden başlayarak İslâm devlet teşkilâtında, divanlarda kalem ağzı 2-3 mm. olan tevkī‘ hattıyla kısa, kalem ağzı 1 mm. olan rikā‘ ile uzun metinler yazılırdı. Bu yazıların İran’da ve İran’ın doğusundaki ülkelerde geçirdiği değişiklik sonucu ortaya çıkan yeni üslûba ta‘lik adı verilmiştir. Bazı İran kaynaklarında ta‘likin doğuşunda İran’da kullanılan eski Avestâî ve Pehlevî yazılarının etkili olduğu ileri sürülmüşse de ta‘lik yazı incelendiğinde onun tevkī‘ ve rikā‘dan geliştirilmiş olduğu açıkça görülür. Bu yazı genelde harflerinin geniş kavisli ve asılmış gibi görünüşü sebebiyle bu ismi almıştır. Hatta tevkī‘ ve rikā‘ yazılarının arasında muallakta kaldığı için bu yazıya ta‘lik denildiğini söyleyenler de vardır (Fezâilî, s. 418). Ta‘lik için “ta‘lîk-i kadîm” ve “ta‘lîk-ı asıl” isimlerine de rastlanır.
Ta‘lik hattı, VII. (XIII.) yüzyıldan itibaren yeni bir yazı türü olarak kendini göstermeye ve resmî divanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Ta‘lik yazanlar hükümdarların ve dinî merkezlerin emrindeki kâtiplerdir. Bu kâtipler yazılarını edebî ve sanatlı ifadeyle kaleme almakta tecrübeli “ta‘lîk-nüvîs”lerdir. Kendilerine münşî, yazdıkları metinlere de inşâ adı verilir. Ta‘likin süratle yazılması, bilinen şekil ve ölçülerin dışına çıkılması sebebiyle harflerin iç içe oturduğu, birleşmeyen harflerin de birbirine bağlandığı, nokta ve harekelerin yer yer konmadığı görülür. Böylece süratle yazılması yanında resmî evrakta silinti ve kazıntının da önüne geçilmiştir. Bu özellikleri sebebiyle ta‘likin yazılması ve okunması uzun alıştırma ve tecrübelere bağlıdır. Ta‘lik yazıda satır sonları bükülerek yukarıya doğru yükselir ve harfleri uzun kıvrıntılarla nihayetlenir.
İran kaynaklarına göre ta‘lik hattını ilk defa ortaya koyan Hâce Tâc Selmân-ı İsfahânî (ö. 897/1491) veya Hâce Ebü’l-Âl, kemale erdiren ise Abdülhay Münşî Esterâbâdî (ö. 907/1501) yahut Hasan b. Hüseyin Ali Fârisî’dir. Halbuki bu yazıyla VIII. (XIV.) yüzyıldan başlayan dikkate değer örnekler mevcuttur. Ancak araştırmacılar, İhtiyârüddin Münşî’nin (ö. 990/1582) ta‘liki en yüksek seviyeye ulaştıran hattat olduğunda birleşmektedir. Bunların dışında kadim ta‘lik hattında meşhur olanlardan bazıları şunlardır: Ahmed b. Ali b. Ahmed Şîrâzî (XIV. yüzyıl), Abdurrahman Müzehhib Şîrâzî (XIV. yüzyıl), Mansûr b. Muhammed Bihbehânî (XIV. yüzyıl), Necmeddin Mes‘ûd Sâvî (XV. yüzyıl), Hâce Şehâbeddin Abdullah Mürvârid Kirmânî (ö. 922/1516), Âkā Muhammed Kâzım Vâlih İsfahânî (ö. 1229/1814).
Zaman içinde ta‘lik hattından doğmakla beraber onu ortadan kaldırdığı (neshettiği) için bu ismi aldığı söylenen nesta‘lik yazısı bütün İslâm âlemine yayılmış, ancak Osmanlılar buna sadece ta‘lik demeyi tercih etmişlerdir. Kadim ta‘likin günlük işlerde kullanılan, harf birleşimlerini ve nokta işaretlerini ihmalinden dolayı okunması daha da güçleşen şikeste ta‘lik (şikeste) adlı bir başka şekli XIV. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmıştır. Ta‘lik hattı resmî yazışmalara mahsus olsa da hüsn-i hat sahasına intikal etmiş sınırlı sayıda örnekleri mevcuttur. Bunlara yazma kitaplarda veya murakka‘lardaki müstakil kıtalarda rastlanmaktadır. Ta‘lik hattı kitap yazımı için kullanıldığında satırları düz olarak bitirilir.
Ta‘lik Celâyirli, Timurlu, Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Safevî hânedanlarının hüküm sürdüğü çağlarda daha çok yayılmış, Fâtih Sultan Mehmed’in Otlukbeli Savaşı’ndaki galibiyeti neticesinde Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın sarayında mevcut sanatkârları İstanbul’a getirmesiyle Osmanlı ülkesine de girmiştir. Ta‘lik hattıyla İstanbul’da eser verdiği bilinen ilk hattat Seyyidî Muhammed Münşî’dir. Onun Fâtih’in kütüphanesi için 882’de (1477) istinsah ettiği Şehâbeddin es-Sühreverdî’ye ait Ḥikmetü’l-işrâḳ adlı kitap (TSMK, III. Ahmed, nr. 3267) zamanımıza kadar gelmiştir. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde mevcut Risâle-i Vücûdiyye (Revan Köşkü, nr. 472) ve sarayın arşiv bölümünde Eğriboz Fetihnâmesi (nr. 10.822) ile Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’ndeki Risâle de (nr. 2179/1) aynı hattatın yazılarındandır.
Kadim ta‘lik hattının Osmanlılar’daki asıl tesiri Dîvân-ı Hümâyun’da kullanılan tevkī‘ ve rikā‘ yazıları üzerinde olmuştur. Fâtih devrindeki divan teşkilâtında esasen tavrından uzaklaşmaya başlayan bu iki yazı kadim ta‘likin etkisiyle süratli bir değişime girmiş ve bundan divanî adı verilen yeni Osmanlı resmî yazısı doğmuştur. II. Bayezid döneminde bu başkalaşım tam anlamıyla ortaya çıkmış, XVI. yüzyılda bunun tevkī‘ yazıya karşılık daha kalın kalemle yazılan, hareke vb. işaretlerle doldurulmuş bir kanal halinde sonu yukarıya doğru çıkan satırlarıyla celî divanî, Kanûnî Sultan Süleyman devrinden itibaren devletin âdeta azametini gösteren ikinci resmî hat nevi olarak ortaya çıkmıştır. Gelibolulu Mustafa Âlî, Menâkıb-ı Hünerverân’da (s. 61) ta‘lik hattını divanî adıyla anarak şöyle açıklar: “Lâkin vilâyet-i Rûm’daki Kalem-i Dîvânî hattatları ki üslûb-ı Acem’i tamam tagyir eylemişlerdir, amma okunması âsan resm ü hey’etle nakl-i dilpezîr etmişlerdir.” Osmanlılar’da XV. yüzyıldan kalma birkaç eser dışında hiç revaç bulmadan unutulan kadim ta‘lik hattı İran’da resmî kullanımın dışında eskisi kadar olmasa da devam etmektedir. Günümüzde bu yazıyı hattatlar bilhassa celî kalemle kıta ve levha yazmak için kullanmaktadır.
BİBLİYOGRAFYA
Mehdî Beyânî, Aḥvâl ü Âs̱âr-ı Ḫoşnüvîsân, Tahran 1358/1979, IV, 257-275.
Âlî, Menâkıb-ı Hünerverân, s. 61.
Kummî, Gülistân-ı Hüner, s. 42-56.
Habîb, Hat ve Hattâtân, İstanbul 1305, s. 251-255.
Habîbullah Fezâilî, Aṭlas-ı Ḫaṭ, İsfahan 1391, s. 393-417, 418.
Yazır, Kalem Güzeli, I, 95-96.
F. Richard, “Dîvânî ou Ta’lîq: Un Calligraphe au service de Mehmed II, Sayyidî Mohammad Monğî”, Les manuscrits du moyen-orient (ed. F. Déroche), Paris 1989, s. 89-93.
Ali Alparslan, “Ta’lîk”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1989, XIV, 500-502.
İslâm Kültür Mirâsında Hat San’atı (haz. M. Uğur Derman), İstanbul 1992, s. 190.
Muhittin Serin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, İstanbul 2003, s. 251-253.
B. Moritz, “Arabistan”, İA, I, 509-510.
Pakalın, III, 391-393.