https://islamansiklopedisi.org.tr/tevarud
Sözlükte “su kaynağına ulaşmak, varmak” anlamındaki vürûd kökünden türeyen tevârüd “aynı kaynağa veya aynı yere beraber gelmek” demektir. Müvârede kelimesi de benzer mânada kullanılır (el-Muʿcemü’l-vasîṭ, “vrd” md.). Edebiyatta iki şairin birbirinden habersiz olarak aynı şiir parçasını, aynı beyit veya mısraı söylemesine “rastlaşma” anlamında tevârüd denildiği gibi “iki his ve düşüncenin denk gelmesi” mânasında iltikāü’l-hâtıreyn adı da verilmiştir. Tevârüd edebiyat ve belâgat kitaplarında “ahz, serika, intihal” (başka şairlerden alıntı yapıp kendine mal etme) konularıyla şiirin otantikliği meselesi bağlamında ele alınmıştır. Bazı belâgat âlimleri tevârüdü imkânsız gördüğünden onu intihal şeklinde değerlendirirken kimileri kadim zamanlardan beri bunun görüldüğünü, aynı tabiata ve hayat şartlarına sahip, aynı çevre içinde yaşayan insanların düşünce ve duygularını benzer kalıplar içinde dile getirebileceklerini belirtmiştir. Nitekim Ebû Hilâl el-Askerî aynı kabileden olan, aynı yörede hayat süren kimselerin sûret ve sîretlerinde benzerlik bulunduğu gibi düşünce ve ifadelerinde de benzerliğin olabileceğini ifade etmiş (Kitâbü’ṣ-Ṣınâʿateyn, s. 236), Asmaî ile hocası Ebû Amr b. Alâ da buna yakın bir görüş ileri sürmüştür (Şerîşî, II, 216). Ünlü şair Mütenebbî’ye tevârüdün mümkün olup olmadığı sorulunca şöyle cevap vermiştir. “Şiir bir er meydanı, şairler bu meydanın süvarileridir. Meydanda koşan atların birbirinin izine basması gibi duygu ve düşüncelerin de aynı ifadelerde birleşmesi mümkündür” (a.g.e., a.y.). Mütenebbî’nin bu sözünden hareketle tevârüd için “tevârüdü’l-havâtır” denildiği gibi “vukūu’l-hâfir ale’l-hâfir” (ayak izinin ayak izi üzerine rastlaması) tabiri de kullanılmıştır. Harîrî el-Maḳāmât’ında Mütenebbî’nin bu görüşünü desteklemiştir (a.g.e., a.y.).
Edebiyat eleştirmenleri intihal ile tevârüdün sınırlarını belirlemeye çalışmış ve bazı kriterler ortaya koymuştur. Buna göre iki şair çağdaş olup şairlik düzeyleri eşitse benzeşen mısra veya beyitleri için tevârüde, aksi halde daha yeni veya şairlik düzeyi düşük olanın diğerinden intihal ettiğine hükmedilir. Yeni şairlerle kadim şairler arasındaki benzeşme ise normalde yeni şairin kadim şairden intihal ettiğini gösterir; ancak yeni şairin intihal yapmadığına dair yemin etmesi durumunda tevârüde karar verilir. İmruülkays’a göre daha yakın zamanda yaşayan, şairlik düzeyi daha düşük olan Tarafe b. Abd’den benzeşen bir beyti sebebiyle ondan intihalde bulunmadığına dair yemin etmesi istenmiş, yemin edince de tevârüde hükmedilmiştir (İbn Reşîḳ, s. 289). Bunun yanında eski şairin derecesi düşük, yeni şairin derecesi yüksekse yine tevârüde karar verilebilir. Tevârüdde mâna aynı olmak şartıyla lafızlarda cüzi farklılıklar bulunabilir. İmruülkays’ın, ”وقوفًا بها صَحْبي علي مَطِيّهم / يقولون لا تهلك أسًى وتَجَمَّلِ“ (Eski konak yerinde arkadaşlarım binitlerini durdurup yanıma geldiler / Üzüntüden kendini helâk etme, sabr-ı cemîl göster diye diye) beytiyle tevârüd halinde olan Tarafe’nin beytinde aynı anlama gelen iki farklı kelime vardır; İmruülkays’taki ”تجمّل“ (sabr-ı cemîl göster) kelimesi Tarafe’de ”تحمّل“ (tahammül et) şeklindedir (Şerîşî, II, 216). Cerîr’in, ”ولا تَقْتُلُ الأسرٰى ولكن تَفكّهم / إذا أثقل الأعناق حمل المغارم“ beytindeki ilk iki fiil Ferezdak’ta birinci çoğul şahıs kalıbındadır. Ferezdak, Cerîr ile aralarındaki bu tür benzeşmeleri ilham cinlerinin aynı olmasıyla açıklamıştır (a.g.e., II, 217). Ukayşir el-Esedî ile Ebû Nüvâs’ın dört beyitlik kıtalarındaki lafzî farklılık çok azdır ve en uzun tevârüd örneklerinden biri sayılmıştır (a.g.e., a.y.). Kaynaklarda Cerîr, Ferezdak, Beşşâr b. Bürd, Ebû Nüvâs, İbnü’r-Rûmî, Serî er-Reffâ gibi birçok şaire ait tevârüd örnekleri yer alır (Askerî, s. 235-237; İbn Münkız, s. 217-222; Şerîşî, II, 216-219).
Tevârüd Türk edebiyatında tazmin, iktibas ve sirkat-i şiir (intihal) dolayısıyla söz konusu edilmiş, genel özellikleri itibariyle Arap edebiyatı doğrultusunda değerlendirilmiştir. Cevdet Paşa’nın işaret ettiği gibi tarih düşürmelerde aynı kelime veya ifadenin ebced hesabı da aynı olacağından tevârüd bazan kaçınılmaz hale gelir. Sürûrî, Hikmet ve Re’fet tarafından söylenen, “Câyını adn eylesin Kadri Bey’in rabb-i kadîr” tarih mısraı bu çeşit tevârüde bir örnektir. Recâizâde Mahmud Ekrem, tevârüde kuvve-i hâfıza konusu içinde “istitrat” başlığı altında hem klasik belâgat terimi olarak hem de, “Bir yerde görülmüş olan efkâr ve ibârâtın bilâ irade ve bilinmeyerek lisana veya kalemin ucuna gelivermesidir” tarifiyle yer verir, bunun dışında farklı bir şey söylemez.
BİBLİYOGRAFYA
Tehânevî, Keşşâf, II, 1311.
Ebû Hilâl el-Askerî, Kitâbü’ṣ-Ṣınâʿateyn (nşr. Ali M. el-Bicâvî – M. Ebü’l-Fazl), Kahire 1371/1952, s. 235-237.
İbn Reşîḳ el-Kayrevânî, el-ʿUmde (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1383/1963, s. 289.
İbn Münkız, el-Bedîʿ fî naḳdi’ş-şiʿr (nşr. Ahmed Ahmed el-Bedevî – Hâmid Abdülmecîd), Kahire 1380/1960, s. 217-222.
Şerîşî, Şerḥu Maḳāmâti’l-Ḥarîrî (nşr. M. Abdülmün‘im Hafâcî), Kahire 1372/1952, II, 216-219.
Ziyâeddin İbnü’l-Esîr, el-Mes̱elü’s-sâʾir (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Beyrut 1411/1990, II, 350-351.
a.mlf., el-Câmiʿu’l-kebîr, Bulak 1282, s. 243.
İbn Ebü’l-İsba‘, Taḥrîrü’t-Taḥbîr (nşr. Hifnî M. Şeref), Kahire 1383/1963, s. 400.
Hatîb el-Kazvînî, el-Îżâḥ (nşr. M. Abdülmün‘im Hafâcî), Kahire 1400/1980, II, 558.
Teftâzânî, el-Muṭavvel, İstanbul 1286, s. 422-423.
İbn Hicce, Ḫizânetü’l-edeb, Bulak 1291, s. 503.
Muhammed b. Ahmed ed-Desûkī, Ḥâşiye ʿalâ Muḫtaṣari’l-meʿânî, İstanbul 1307, II, 705.
Ahmed Cevdet Paşa, Belâgat-ı Osmâniyye, İstanbul 1299, s. 178, 191.
Recâizâde Mahmud Ekrem, Ta‘lîm-i Edebiyyât, İstanbul 1330, s. 55-56.
İsmail Durmuş, “İntihal”, DİA, XXII, 348.