https://islamansiklopedisi.org.tr/vakidi
130 (747) yılında Medine’de mevâlî bir aile içinde doğdu. Dedesi Vâkıd’a nisbetle Vâkıdî, dedesinin mevlâsı olduğu, Merv kadısı Abdullah b. Büreyde b. Husayb’ın mensup olduğu Eslem kabilesine nisbetle Eslemî, doğduğu şehre nisbetle de Medenî diye anılmıştır. Babası hakkında, ilim tahsili için memleketi Merv’den Medine’ye göç ettiği dışında kaynaklarda bilgi yoktur. Annesi Fars asıllı Îsâ b. Ca‘fer’in kızıdır. Amcası Heysem b. Vâkıd ilimle meşguldü, Vâkıdî eserinde ondan iki rivayet nakleder (el-Meġāzî, II, 588; III, 1090). Küçük yaşta Medine’de eğitimine başladı; annesi onu ve kardeşi Şemle’yi küttâba gönderdi. Hocaları İbn Ebû Zi’b, ilk derste onların yazı ve kıraatlerini beğenmeyip kendilerini huzurundan kovduysa da öğrenimlerine çok önem veren anneleri ertesi gün derslere devam etmelerini sağladı (İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt: el-Mütemmim, s. 415; İbn Sa‘d bu bilgileri, hocası Vâkıdî’nin Medine dönemi tâbiîlerine dair günümüze intikal etmeyen eṭ-Ṭabaḳāt adlı kitabındaki rivayetlerine dayanarak yazdığı İbn Ebû Zi’b’in hal tercümesinde verir).
Zeki ve kabiliyetli bir çocuk olan Vâkıdî, ilme değer veren bir aile muhitinde İslâmî ilimler bakımından en zengin dönemini yaşayan Medine’de hayatının elli yılını geçirdi. Kur’an ilimleri ve fıkıh yanında hadis toplamaya çok önem verdi; bilhassa megāzî, İslâm tarihi ve tabakatla meşgul oldu. Hadis, fıkıh, siyer ve megāzî âlimlerinin, bunlar arasında tâbiînin son tabakasından olan Muhammed b. Aclân ve Ma‘mer b. Râşid gibi hocaların ders halkalarına katıldı. Mâlik b. Enes ve çevresindeki kişilerden, İbn Şihâb ez-Zührî’nin yeğeni Muhammed b. Abdullah ile Muhammed b. Aclân, İbn Cüreyc, Üsâme b. Zeyd el-Leysî, Mahreme b. Bükeyr el-Medenî’den ve daha birçok muhaddisten hadis aldı. Ma‘mer b. Râşid ve Osman b. Dahhâk el-Medenî yanında bilhassa Ebû Ma‘şer es-Sindî’den en ince ayrıntılarına kadar megāzî bilgilerini tesbit etti. Ayrıca kendilerinde Hz. Peygamber ve Hulefâ-yi Râşidîn dönemleriyle ilgili haber ve hâtırat bulunan sahâbî torunlarına, şehid ailelerine ve başka kimselere ulaşarak onların anlattıklarını yazıya geçirdi. Gazve ve seriyyelerin yapıldığı Mekke, Medine ve Hicaz bölgesindeki diğer yerlere gidip incelemelerde bulundu. Ayrıca Hicaz bölgesi dışına da seyahat etti. Böylece el-Meġāzî adlı eserinde savaşların nerelerde cereyan ettiğini ve bunların coğrafî konumunu ayrı ayrı yazma imkânına kavuştu. Kendisi yirmi yaşında iken Ebû Hanîfe’nin dersine katılmak üzere Kûfe’de bulunduğu sırada onun Bağdat’ta vefat ettiğini duyduğunu anlatır (eṭ-Ṭabaḳāt, V, 425; VI, 369). Bu dönemde ve Bağdat’a yerleştikten sonra Kûfe ve Basra’ya, Dımaşk, Humus ve Rakka’ya gitti. İbn Cüreyc, Ebû Yûsuf, Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, Evzâî ve Süfyân es-Sevrî gibi fakihlerden faydalandı. Vâkıdî’nin kitâbet ve tedvin zamanından kalan malzemelerden, bunlar arasında bilhassa Resûl-i Ekrem ve Hulefâ-yi Râşidîn dönemlerine ait belgelerden topladığı hadisleri, megāzîye, ashaba ve özellikle tâbiîne dair bilgi ve haberleri levhalara kaydettiği bilinmektedir. Bu maksatla iki kâtibin kendisi için devamlı çalıştığı, hatta zaman zaman kaybettiği levhaların Medine’de bulunup kendisine iade edildiği belirtilmektedir. İbrâhim el-Harbî, Vâkıdî’nin Mâlik b. Enes ile İbn Ebû Zi’b’in görüşlerini en iyi bilen sika bir râvi olduğunu ifade eder (Hatîb, III, 6-7). Onun bu çalışkanlığı sonucunda ulaştığı ilmî seviye, biriktirdiği hadis ve megāzîye dair zengin levhalar, Mescid-i Nebevî’de bir direğin yanında ders halkası teşkil ederek megāzî konusunda ders vermesini ve bu alanda büyük bir şöhrete ulaşmasını sağladı.
Vâkıdî gençlik yıllarında Medine’de buğday ticaretiyle de uğraştı. Eli çok açık olduğundan hep malî sıkıntı içerisinde ve ağır borç altında yaşadı. Bu durum, mudârebe usulüyle kullandığı çeşitli kimselere ait 100.000 dirhem sermayesini tüketerek iflâs etmesine yol açtı. Bu sırada Hârûnürreşîd, veziri Yahyâ b. Hâlid el-Bermekî’den hac farîzası sırasında kendisine Medine’de rehberlik yapacak birini bulmasını istemiş, vezire bunun için Vâkıdî tavsiye edilmiştir. Onun Cebrâil’in vahiy getirdiği yerler, şehidlerin mezarları, Medine’deki diğer mekânlarla ilgili verdiği bilgilerden, ayrıca ahlâkından son derece memnun kalan Hârûnürreşîd kendisine 10.000 dirhem hediye verip Bağdat’a davet etti. Vâkıdî burada Vezir Yahyâ ile çok yakın bir dostluk kurdu. Onun talebesi ve kâtibi İbn Sa‘d, hocasının bu rehberliğini kendi ağzından uzun uzun anlatmasına rağmen ziyaretin tarihini vermez (eṭ-Ṭabaḳāt, V, 425-426). Taberî 170-179 (787-796) yılları arasında halifenin altı defa hac için Hicaz’a gittiğini söyler, ancak Vâkıdî’nin Medine’deki rehberliğine hiçbir işarette bulunmaz. Bazı araştırmalarda 170 (787), bazılarında 179 (796) yılı tercih edilmekteyse de Taberî’nin bir kaydından hareketle bunun 170 (787) yılında meydana gelmiş olması daha kuvvetli bir ihtimaldir (Kitâbü’r-Ridde, nşr. Muhammed Hamîdullah, neşredenin girişi, s. 11; Taberî, VIII, 234, 238, 239, 241, 255, 261; İA, XIII, 150-151; Şulul, s. 98-102; Öz, s. 301).
Vâkıdî daha sonra Abbâsî sarayı ile kurduğu dostluktan faydalanmak için Bağdat’a gitmek üzere Medine’den ayrıldı (180/796). Hârûnürreşîd ile Yahyâ el-Bermekî’nin Rakka’da bulunduğunu öğrenince Fırat nehri üzerinden sandalla çileli bir yolculuktan ve günlerce bekledikten sonra Bekkâr ez-Zübeyrî’nin aracılığıyla vezirle buluştu. Perişan halini gören Yahyâ el-Bermekî kendisine yardım etti. Vâkıdî’yi teravih namazlarından sonra gece sohbetlerine çağırdı, her gece ona 500 dinar bağışlıyordu (İbn Sa‘d, V, 430). Vâkıdî, sorulan sorulara verdiği cevaplar yanında zikrettiği hadislerle de Yahyâ el-Bermekî’nin ilgisini çekti. Güzel elbiseler giyerek bayram namazına gelmesini isteyen Yahyâ el-Beymekî kendisini Hârûnürreşîd’in huzuruna çıkardı. Halife Medine’de kendisine rehberlik yaptığını hatırlayıp 30.000 dirhem ihsanda bulundu. Bağdat’a yerleşen Vâkıdî ailesini getirmek için Medine’ye gitmek isteyince vezir onun yanına bir görevli verip bütün masraflarının karşılanmasını emretti. Medine’den ailesiyle birlikte dönerek Bağdat’a yerleşen Vâkıdî, Yahyâ el-Bermekî’nin yardımlarını ve dostluğunu hiç unutmadığını, 187 (802) yılında iktidardan düştükten sonra da kendisini daima hayırla yâdettiğini söyler (kendi ifadeleri için bk. a.g.e., V, 426-433).
Bağdat’ta tedrisle ve ilmî faaliyetlerle telif çalışmalarına devam eden Vâkıdî, 204 (819) yılında Me’mûn tarafından şehrin doğusundaki Askerülmehdî’ye (Rusâfe) kadı tayin edildi ve Rusâfe Camii’nde cuma namazını kıldırmakla görevlendirildi. Vâkıdi’nin ölümüne kadar bu vazifede kaldığı bilinmektedir. Ancak bazı kaynaklarda onun 187’de (803) Hârûnürreşîd tarafından bu göreve getirildiği (İbn Hacer, IX, 364), hatta Irak kadılığını da üstlendiği ve Halife Emîn döneminde de bu makamda kaldığı zikredilir (İA, XIII, 151). Muhammed Hamîdullah ise Vâkıdî’nin Halife Emîn devrinde kardeşi Me’mûn ile mücadeleye başlaması üzerine kadılıktan ayrıldığını ve iktidara gelen Me’mûn tarafından bu göreve yeniden getirildiğini söyler (Kitâbü’r-Ridde, nşr. Muhammed Hamîdullah, neşredenin girişi, s. 12). Tarihçi Ya‘kūbî de onun adını Halife Emîn dönemi fakihleri arasında zikreder; ancak Hârûnürreşîd devrindeki fakihler içinde saymaz (Târîḫ, II, 431-432, 443). Hatîb el-Bağdâdî’nin Mısır Kadısı Hârûn b. Abdullah ez-Zührî’den naklettiğine göre Vâkıdî, Halife Me’mûn’a borçlarının çokluğu yüzünden çektiği sıkıntıları bildiren bir not gönderir. Halife bu notun arkasına, “Sende iki haslet var, biri cömertlik, diğeri hayâ; cömertlik elinde bulunanı harcamana yol açtı. Hayâ ise durumunu bildirmene engel oldu. Gerekenin yapılmasını emrettim. Sen babamın döneminde kadı iken Mâlik b. Enes’ten naklen Resûlullah’ın bir hadisini rivayet etmiştin...” diye yazar ve cömertlikle ilgili hadisin metnini kaydeder. Bu rivayette ayrıca kendisine 100.000 dirhem ihsan edildiği, Vâkıdî’nin ise ihsandan ziyade unuttuğu hadisin hatırlatılmasına sevindiği belirtilir (Târîḫu Baġdâd, III, 19; ayrıca bk. İbnü’n-Nedîm, I/2, s. 308; Şulul, s. 106-107; Abdülazîz b. Süleyman b. Nâsır es-Sellûmî, I, 154-156; İA, XIII, 151). Bütün bu rivayetler Vâkıdî’nin Me’mûn’dan önce de kadılık yaptığını göstermektedir. Öte yandan onun halifelerle dostluğuna rağmen ömür boyu maddî sıkıntı çektiği anlaşılmaktadır. Vâkıdî’nin Vezir Yahyâ ile Abbâsî halifelerinden aldığı yardımların 600.000 dirheme ulaşmasına karşılık bu paraların bir yıl süreyle kendisinde kalmayıp harcadığından zekât vermediğini söylemesi çok müsrif olduğunun bir kanıtıdır (Hatîb, III, 20). Vâkıdî kadılık görevi sırasında 11 Zilhicce 207 (27 Nisan 823) tarihinde vefat etti; cenaze namazını Bağdat’ın batı tarafının kadısı İbn Semâa et-Temîmî kıldırdı ve Hayzürân Mezarlığı’na defnedildi. Borçlarını, hatta kefen parasını Halife Me’mûn’a vasiyet etmiş, o da bunu yerine getirmiştir.
Vâkıdî, I (VII) ve II. (VIII.) yüzyıllarda İslâm dünyasında yaygın olan ilimlerle ilgili sahîfe, cüz, risâle ve kitap türünden eserlerin gayretli bir derleyicisiydi. Onun biyografisini yazanların verdiği bilgiye göre vefat ettikten sonra geriye iki hizmetçisine gece gündüz istinsah ettirdiği 600 sandık dolusu kitap bırakmıştır. Bunlar arasında 2000 dinar ödenerek satın alınmış kitaplar da bulunuyordu. Halife Me’mûn, “Onun kitapları kadar kitap Bağdat’a gelmedi” sözleriyle kütüphanesinin değerini takdir etmiştir. Bu koleksiyon Vâkıdî’nin İslâm ilimlerinin çeşitli alanlarını kapsayan çalışmalar yapmasını sağlamıştır. İbn Sa‘d’a göre Vâkıdî başta siyer ve megāzî olmak üzere fütuhat tarihini, insanların hadis ve fıkıh sahalarındaki ihtilâflarını ve icmâlarını iyi bilen bir âlimdi; ayrıca bunları istihrâc, vaz‘ ve tahdîs yoluyla eserlerinde açıklayıp tefsir etmiştir (eṭ-Ṭabaḳāt, V, 425).
Vâkıdî’nin olayların cereyan ettiği yerlere giderek sahâbî torunlarından ve şehid çocuklarından aldığı bilgilerle diğer yollardan elde ettiği rivayetlerin sayısının 20.000’e ulaştığı zikredilmektedir. Ancak Vâkıdî, muhaddisler tarafından meçhul râvilerden münker hadisler aldığı iddia edilerek ağır ithamlara mâruz kalmış ve eleştirilmiştir. Diğer taraftan isnadlarında senedleri ayrı ayrı zikretmenin uzun zaman alacağı düşüncesiyle sık sık telfîke başvuran Vâkıdî bundan dolayı cerhedilmiştir. Bu hususta kendisini tenkit edenlerin başında gelen Ahmed b. Hanbel, “Onun inkâr edilecek bir durumu yok, ancak isnadları topluyor ve bazı konularda ihtilâfa düşen bir zümreden tek bir siyakla tek bir metin getiriyor” demiştir. Yine Ahmed b. Hanbel’in, “Vâkıdî yalancının biri, hadisleri kalbediyor, Zührî’nin hadisini Ma‘mer’in hadisine ekliyor ve buna benzer şeyler yapıyor” şeklindeki ifadesi de cerh ve ta‘dîl âlimlerinin çoğunluğu tarafından onun rivayet ettiği hadislerin reddedildiğini göstermektedir (Vâkıdî’yi cerhedenler ve gerekçeleri için bk. Öz, s. 305-306). Vâkıdî, Hz. Peygamber’in hanımlarından Ümmü Seleme’nin mevlâsının adıyla şöhret bulan “Nebhân hadisi”ni Ma‘mer-Zührî-Nebhân-Ümmü Seleme tarikiyle rivayet etmiş, Ahmed b. Hanbel ise Yûnus dışındakilerin bu hadisi nakletmediğini ileri sürerek Vâkıdî’den hadis yazmanın doğru olmadığını söylemiştir. Ancak hadisin başka tariklerle de rivayet edildiği görülünce Ahmed b. Mansûr er-Remâdî, “Bu Vâkıdî’ye yapılan zulümlerden biridir” şeklinde tepki göstermiştir. Remâdî’nin bu sözü Vâkıdî’ye yönelik tenkitlerin her zaman haklı sayılmayacağını ortaya koymaktadır. Muhaddislerle cerh ve ta‘dîl âlimlerinin Vâkıdî’ye yönelttikleri bu ağır tenkitler hadis rivayeti ve tarih arasındaki farktan ileri gelmektedir. Hadisler genellikle kısa ve olayların birbirine bağlı unsurlarıyla anlatılmasının gerekmediği metinlerdir. Tarih yazıcılığında ise olayları birbirine bağlamak suretiyle anlatım esastır. Vâkıdî’nin birçok hadisin senedini birleştirerek vak‘ayı anlatması ilk defa kendisinin başvurduğu bir usul değildir. İbrâhim el-Harbî’nin işaret ettiği gibi siyer ve megāzî telifinde aynı usulü hadiste otorite kabul edilen Urve b. Zübeyr, İbn Şihâb ez-Zührî, Hammâd b. Seleme, Âsım b. Ömer b. Katâde ve İbn İshak da kullanmıştır. Muhammed Hamîdullah, aynı konuda başka bir örnek vererek bu usulün yalnızca tarihçilere inhisar etmediğini belirttikten sonra İmam Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’inde yirmiden fazla yerde aynı usule başvurduğunu söylemekte ve bazılarının yerini göstermektedir (Kitâbü’r-Ridde, nşr. Muhammed Hamîdullah, neşredenin girişi, s. 13-14). Diğer taraftan Vâkıdî’yi savunanlar da olmuş, başta İbn Sa‘d, Mücâhid b. Mûsâ, Derâverdî, Ömer en-Nâkıd, Muhammed b. İshak es-Sâgānî, Mus‘ab ez-Zübeyrî, İbrâhim el-Harbî, Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, Yezîd b. Hârûn gibi muhaddis ve tarihçiler kendisini sika kabul etmiştir (diğer talebeleri için bk. Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, IX, 455). Hadis rivayetinde Vâkıdî’yi güvenilmez kabul edenler dahil onun siyer ve megāzî, ahbâr ve fıkha dair rivayetleri hakkında olumsuz görüş bildiren bulunmadığı gibi bilhassa megāzî sahasında otorite kabul edilmiştir. Kendisini en çok eleştirenlerden Ahmed b. Hanbel’in her cuma günü yeğeni Hanbel b. İshak’ı Vâkıdî’nin kâtibi İbn Sa‘d’a göndererek onun hadislerinden ikişer cüz aldırdığı, bunları inceledikten sonra iade ettiği ve başka cüzler de getirttiği kaydedilmiştir. Öte yandan Ahmed b. Hanbel’in Vâkıdî’ye karşı tavır almasında mihne olayını başlatan Me’mûn ile Vâkıdî’nin arasının iyi olmasının bir etkisi yoktur; çünkü mihne uygulaması Vâkıdî’nin vefatından sonra başlatılmıştır (cerh ve ta‘dîliyle ilgili değerlendirmeler için bk. Hatîb, III, 3-20; Şulul, s. 198-205; Abdülazîz b. Süleyman b. Nâsır es-Sellûmî, I, 107-134; Öz, s. 305-308, 319-322).
Cerh ve ta‘dîl âlimleri Vâkıdî’yi eleştirmekle birlikte kendisini hiçbir zaman Şiîlik’le itham etmemiştir. Ancak ılımlı bir Şiî olan İbnü’n-Nedîm, Vâkıdî’nin Hz. Ali’nin Mûsâ’nın asâsı, Îsâ’nın ölüleri diriltmesi gibi Hz. Peygamber’in mûcizesi sayıldığını ifade eden hadisi rivayet etmesini delil göstererek ilk defa onu “müteşeyyi‘” diye nitelemiş ve takıyyeye başvurduğunu iddia etmiştir (el-Fihrist, I/2, s. 308). Bazı son dönem Şiî araştırmacıların da onu Şiî kabul ettikleri görülmektedir. Ancak bu itham Hz. Ali’nin lehine ve aleyhine bütün haberlerin onun rivayetleri arasında yer aldığı belirtilerek reddedilmiştir. Ayrıca Vâkıdî’nin Abbas b. Abdülmuttalib’i Bedir esirleri arasında zikretmemesi ve divan teşkilâtında Hz. Ömer’in onun isteklerini ön plana çıkarması gibi Abbâsî ailesine tarafgirlik isnadı da aynı şekilde dayanaksızdır ve ciddi bulunmamıştır (el-Meġāzî, neşredenin girişi, I, 16-18; Şulul, s. 205-208; Abdülazîz b. Süleyman b. Nâsır es-Sellûmî, I, 135-153; Öz, s. 308-311).
Eserleri. Vâkıdî dinî ilimler ve tarih alanında birçok eser telif etmiştir. İbnü’n-Nedîm yirmi sekiz kitabının adını verir (el-Fihrist, I/2, s. 308-309); bunların sayısını kırka kadar çıkaranlar olduğu gibi kitap isimlerinde de bazı farklılıklar göze çarpmaktadır. Ancak onun eserlerinin neredeyse tamamı günümüze ulaşmamıştır (Şulul, s. 110 vd.).
A) Kur’an İlimleri, Hadis ve Fıkıh. 1. Kitâbü Ẕikri’l-Ḳurʾân. Vâkıdî’ye isimleri farklı şekillerde yazılmış Kitâbü’t-Terġīb (Raġīb) fî ʿilmi’l-Ḳurʾân ve Tefsîrü’l-Ḳurʾân adlı eserler nisbet edilmişse de muhtemelen bunların hepsi tefsirle ilgili tek bir eserdir (Şulul, s. 116-117).
2. Kitâbü Ġalaṭi’l-ḥadîs̱.
3. Kitâbü’s-Sünne ve’l-cemâʿa ve ẕemmi’l-hevâʾ ve terki’l-ḫurûc fi’l-fiten. Fetihler sonucu bazı bölgelerde ortaya çıkan bid‘at ve hurafeleri önlemek amacıyla gerçek İslâm inancını ortaya koyan risâlelerin ilk örneklerindendir (DİA, XXVI, 116; XXXVIII, 153).
4. Kitâbü’l-Âdâb.
5. Târîḫu’l-fuḳahâʾ.
6. Kitâbü’s-Siyer (Kitâbü’s-Sîre). Eserin Resûlullah’ın hal tercümesi için değil devlet umumi hukukuna dair olduğu, İmam Şâfiî’nin el-Üm adlı kitabında (IV, 260-291) Siyerü’l-Vâḳıdî adıyla zikredilmesinden anlaşılmaktadır (Şulul, s. 112-113).
7. Kitâbü’l-Menâkiḥ.
8. Kitâbü’l-İḫtilâf. Eserde Medine ve Kûfe fakihlerinin belli başlı konulardaki farklı görüşleri ele alınmıştır.
B) Siyer ve Megāzî, Tarih ve Fütuh. 1. Mevlidü’n-nebî. Otuz varaklık bir nüshası Zâhiriyye Kütüphanesi’nde bulunan eserin (Sîre, nr. 74) Vâkıdî’ye nisbeti doğrulanmış değildir. İbn Hacer el-Heytemî’nin eserinde yer alan Vâkıdî’ye ait altı sayfalık bir metin Urfa ve çevresinde mevlidhanlar arasında Mevlidü’l-Vâḳıdî diye meşhurdur (Şulul, s. 118-119).
2. Kitâbü’t-Târîḫi’l-kebîr. İbnü’n-Nedîm’in Kitâbü’t-Târîḫ ve’l-meġāzî ve’l-mebʿas̱ adıyla kaydettiği eserle bu eserin aynı kitap olması kuvvetle muhtemeldir. Bu hususun eseri nakleden râvinin ona farklı bir isim vermesinden kaynaklandığı, ayrıca ikinci ismin İbn İshak’ın Kitâbü’l-Mübtedeʾ ve’l-mebʿas̱ ve’l-meġāzî’sinden ilham alınarak konduğu söylenebilir. Kitabın Hz. Peygamber öncesini, siyer ve megāzî ile Hz. Peygamber sonrası halifeler tarihini ele alan hacimli bir eser olduğu anlaşılmakta ve aşağıda zikredilecek kitap ve risâleler bu eserin bölümlerinden meydana geldiği, başlıkları dolayısıyla ayrı ayrı kaydedildiği intibaını uyandırmaktadır. Müstakil bir kitap veya bu kitabın bir bölümü kabul edilen Kitâbü’l-Meġāzî hariç Kitâbü’t-Târîḫ ve diğerleri günümüze ulaşmamıştır. Çok geniş biçimde ele alınan siyer ve megāzî konuları ile Hz. Peygamber’den sonraki siyasî ve askerî gelişmeler yanında bilhassa fetihler, düşünce akımları, divan teşkilâtı ve para darbının, imar ve iskânla ilmî faaliyetlerin anlatıldığı bu eser ve bölümleri başta İbn Sa‘d olmak üzere Ebü’l-Velîd el-Ezrakī, İbn Şebbe, İbn Kuteybe, Belâzürî, İbn Cerîr et-Taberî, Ali b Hüseyin el-Mes‘ûdî, Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, Fâkihî, İbn Hubeyş, İzzeddin İbnü’l-Esîr ve Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr gibi tarihçilerin kitaplarına aldıkları haber ve rivayetlerden öğrenilmektedir. Kaynaklarda ayrı birer kitap veya risâle şeklinde kaydedilen bölümler şunlardır: Kitâbü Aḫbâri Mekke, Kitâbü Emri’l-Ḥabeşe ve’l-fîl, Kitâbü Ḥarbi’l-Evs ve’l-Ḫazrec, Kitâbü Ẕikri’l-eẕân, Kitâbü Vefâti’n-nebî, Kitâbü Ezvâci’n-nebî, Kitâbü Ṭuʿami’n-nebî, Kitâbü’t-Terġīb fî ʿilmi’l-meġāzî ve ġalaṭi’r-ricâl. Hz. Peygamber’den sonraki bölüm başlıkları da şöylece sıralanabilir: Kitâbü Sîreti Ebî Bekr ve vefâtihî, Kitâbü’s̱-S̱aḳīfe ve beyʿati Ebî Bekr, Kitâbü’r-Ridde ve’d-dâr, Kitâbü Fütûḥi’l-ʿIrâḳ, Kitâbü Fütûḥi’ş-Şâm, Kitâbü Medâʿî Ḳureyş ve’l-Enṣâr fi’l-ḳaṭâʾiʿ, Vażʿu ʿÖmer ed-devâvîn ve taṣnîfü’l-ḳabâʾil ve merâtibihâ ve ensâbihâ, Kitâbü’l-Cemel, Kitâbü Ṣıffîn, Kitâbü Mevlidi’l-Ḥasan ve’l-Ḥüseyn, Kitâbü Maḳteli’l-Ḥüseyn, Kitâbü Ḍarbi’d-denânîr ve’d-derâhîm. Bunlardan basılmış bulunan, fakat Vâkıdî’ye nisbeti doğru olmayan Kitâbü’r-Ridde ve fütuh kitaplarıyla ilgili bazı tesbitleri kısaca zikretmek gerekir. Kaynakların verdiği bilgilere göre Vâkıdî’nin Kitâbü’r-Ridde’yi eserinin bir bölümü halinde kaleme aldığı kesindir. Bazı müellifler onun bu kitabından nakiller yapmıştır (bilhassa bk. İbn Hubeyş, I, 17 vd.). İbnü’n-Nedîm’in Kitâbü’r-Ridde ve’d-dâr ismiyle kaydettiği kitabın adında geçen “Dâr” Hz. Osman’ın şehid edilmesiyle ilgili ayrı bir risâle kabul edilmektedir. Bu hususu göz önüne alan Muhammed Hamîdullah, Hindistan’ın kuzeyindeki Bankipûr şehrinde Hudâbahş Han’ın kütüphanesinde Vâkıdî adına 1042 numarada kayıtlı, İbn A‘sem el-Kûfî tarafından rivayet edildiği belirtilen bir yazmayı Vâkıdî’ye nisbet ederek Kitâbü’r-Ridde ve nebẕe min fütûḥi’l-ʿIrâḳ adıyla yayımlamıştır (Paris 1409/1989). Birer yıl arayla iki Arap araştırmacısı tarafından iki baskısı daha yapılan bu kitabın (neşirleri için bk. bibl.) Vâkıdî’ye ait olmadığı ve İbn A‘sem el-Kûfî’nin Kitâbü’l-Fütûḥ’unun riddeyle ilgili bölümüyle Irak’ın fethine ait küçük bir parçasından meydana geldiği anlaşılmıştır (krş. Kitâbü’r-Ridde, s. 20 vd.; İbn A‘sem el-Kûfî, I, 2 vd.). Vâkıdî üzerine yaptığı çalışmasında Sellûmî, Bankipûr’daki yazma eserin Vâkıdî’ye nisbet edilemeyeceğine dair görüşlerini Abdülazîz el-Beytî’nin İbn A‘sem üzerine yaptığı yüksek lisans tezinden faydalanarak şöylece açıklamaktadır: Bu yazmanın gerçek adı Kitâbü’l-Fütûḥ veya Fütûḥu’l-İslâm olup İbn A‘sem el-Kûfî’nin kitabının satır satır kopyasıdır. Bu parçada yer alan senedlerde Vâkıdî’nin adıyla birlikte İbn İshak’ın adı da geçmektedir; halbuki Vâkıdî, İbn İshak’tan hiç rivayette bulunmamıştır. Diğer taraftan İbn Sa‘d, İbn Hubeyş ve İbn Hacer’in riddeyle ilgili doğrudan Vâkıdî’den aldığı rivayetlerle bu eserdeki rivayetler arasında uyum yoktur (el-Vâḳıdî, I, 97-101).
Fetihler tarihi müellifi sıfatıyla büyük şöhrete ulaşan Vâkıdî’nin adları verilen fütuh kitaplarından hiçbiri zamanımıza kadar gelmemiştir. Bu konuda onun toplayıp yazdığı haberlerden bazıları daha sonraki tarihçilerin günümüze ulaştırdıklarından ibarettir. Dünya kütüphanelerinde kendisine nisbet edilen bu eserlerin birçok yazması bulunmaktadır. Bir kısmının pek çok defa basılan metinleri yanında Türkçe, Almanca ve İngilizce’ye tercümeleri yapılmıştır. Bunlar destanî mahiyette çok muahhar müellifler tarafından kaleme alınmış ve şöhretinden dolayı Vâkıdî’ye nisbet edilmiş apokrif metinlerdir (ayrıca bk. Şulul, s. 147-154; Abdülazîz b. Süleyman b. Nâsır es-Sellûmî, I, 93-95; Öz, s. 326-327).
3. Kitâbü’ṭ-Ṭabaḳāt. Bu eser de zamanımıza intikal etmemiştir. Ancak İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt’ının birçok bölümünde onun haberlerine dayanmış ve kendisinden 1000’e yakın yerde iktibasta bulunmak suretiyle âdeta hocasının kitabını muhafaza etmiştir. Ayrıca eserinin başına iki cilt halinde yazdığı siyer kısmında da hocasından çok geniş nakillerde bulunmuş, Mekke ve Medine dönemleri yanında bilhassa Hz. Peygamber’in davet mektupları ile vefatına dair haberleri onun eserinden aktarmıştır. Halîfe b. Hayyât ve İbn Abdülber en-Nemerî gibi tabakat müellifleri de eseri kaynak olarak kullanmıştır.
4. Kitâbü’l-Meġāzî. Kitâbü’t-Târîḫ’in önemli bir bölümünü teşkil eden, gazve ve seriyyelerin çok geniş biçimde yer aldığı eser Vâkıdî’nin günümüze tam olarak ulaşan tek eseridir. Bu bölümü rivayet eden İbnü’s-Selcî, Vâkıdî’nin rivayet aldığı yirmi beş şeyhinin adını zikreder. Müellif Resûl-i Ekrem’in gazvelerinin ve seriyyelerin adlarını, kumandanlarını, tarihlerini ve onun Medine’den ne kadar ayrı kaldığını yazar. Bunun yanında Resûlullah’ın sefer esnasında Medine’ye kimleri vekil bıraktığını ve savaşlarda kullanılan şiârları kaydettikten sonra Kureyş’e karşı ilk silâhlı mücadele olan Hamza b. Abdülmuttalib Seriyyesi’yle eserine başlar. Hz. Ebû Bekir’in emîr-i hac tayin edildiği 9. yıldaki hac ile Resûlullah’ın 10. yıldaki Vedâ haccına ve burada okuduğu hutbeye yer verir. Savaş tarihlerini göstermede çok titiz davranan Vâkıdî bu yönüyle seleflerinden ve bilhassa İbn İshak’tan ayrılır. Bunların yanında bizzat giderek incelediği savaş yerleri hakkında topografik bilgiler de nakleder ve Hz. Peygamber’in savaş planlarını anlatır. Bu bilgiler müslüman coğrafyacılar yanında Belâzürî gibi bölge ve şehir fetihlerine dair eser yazan tarihçiler için de rehber niteliğindedir. Vâkıdî, haberlerin senedlerini değerlendirip tercihini ortaya koyması bakımından da temayüz eder. Onun konuyla ilgili farklı rivayetleri araştırması ve bunları tartışması, İslâm dünyasında tenkidî tarih anlayışının ilk örneklerini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Vâkıdî’nin el-Meġāzî’de kullandığı kaynaklar arasında hadislerin kitâbet, tedvin ve tasnif çalışmalarının metinleri yanında Hz. Peygamber döneminden kalma davet mektupları, antlaşma ve iktâ metinleri gibi belgelerden ve savaşlarla ilgili bilgilere sahip kişilerden elde edilen haberler de yer almıştır. Vâkıdî ayrıca müslümanların ve müşriklerin bayrakları, savaş hazırlıkları, savaş düzenleri ve ordularının sayısı gibi konularda bilgi aktarır. Müşriklerin kervanlarını, putlarla münasebetlerini, halkın yiyeceklerini ve alışkanlıklarını, ziraî durumunu, müşrik kadınlarının savaşlarda ön sıralarda yer almasını, bazı meşhur savaşlarda ölenlerin isimlerini, esirlerin listesini, ele geçen ganimetlerin taksimini, bilhassa savaşlarla ilgili nâzil olan âyetleri ve bazı fıkhî meseleleri zikreder.
Vâkıdî’nin doğrudan veya dolaylı şekilde bilgi aldığı kişilerin çoğu muhaddistir. Bununla birlikte kaynakları arasında Urve b. Zübeyr, İbn Şihâb ez-Zührî, Âsım b. Ömer b. Katâde gibi siyer ve megāzî sahasında meşhur olanlar yanında Ebû Ma‘şer es-Sindî, Ma‘mer b. Râşid ve Mûsâ b. Ukbe gibi megāzîye dair müstakil eserleri bulunan hocaları da vardır. Ancak Vâkıdî eserinde İbn İshak’a hiç yer vermediği gibi ondan herhangi bir rivayet de nakletmemiştir. Bu husus özellikle çağdaş araştırmacılar tarafından çok tartışılmış, Vâkıdî’nin İbn İshak’tan intihal yaptığı, kendisini rakip gördüğü, eserlerinden faydalandığı halde bazı değişiklikler yapmak suretiyle bunu saklamaya çalıştığı şeklinde görüşler ileri sürülmüştür. Horovitz, el-Meġāzî’deki birleşik senedlerden sonra zikredilen “dediler” veya, “Zikrettiğim râviler dışında bana bilgi veren başka sika râviler de vardır” şeklindeki ifadelerin İbn İshak’a atıf olduğunu ileri sürmüştür (İslâmî Tarihçiliğin Doğuşu, s. 107). İmam Mâlik’in diğer Medineli muhaddislerin İbn İshak’ı bilhassa Ehl-i kitabın rivayetlerine itibar ettiği için eleştirmelerinden dolayı Vâkıdî’nin onun ismini zikretmekten çekindiği, ayrıca savaşların tarihlendirilmesi hususunda İbn İshak’tan farklı tarihler verdiği yorumu da yapılmıştır. Diğer taraftan Vâkıdî henüz doğmadan önce İbn İshak Medine’den ayrıldığı için onunla hiç görüşmediği, İbn İshak’ın kaynaklarına bizzat kendisinin de ulaşabildiği, bu bakımdan benzerliklerin tabii karşılanması gerektiği gibi görüşler de ileri sürülmüştür. Bazı araştırmalarda yer alan Vâkıdî’nin el-Meġāzî’sinde İbn İshak’ın adını hiç zikretmemesine mukabil Kitâbü’r-Ridde ve Fütûḥ adlı kitaplarında ondan faydalanıp rivayet aldığına dair kayıtların bu eserlerden elde bulunanların ona ait olmadığı kabul edildiğinden nazarı itibara alınmaması gerekir. Taberî’nin el-Münteḫab min Kitâbi Ẕeyli’l-Müẕeyyel’inde yer alan, Vâkıdî’nin İbn İshak hakkında Hz. Peygamber’in megāzîsi, Araplar’ın ahbâr, eyyâm, ensâb ve eş‘ârını çok iyi bildiği, bütün bu sahalarda sika sayıldığı yolundaki ifadesi onun İbn İshak’a karşı olmadığını, aksine kendisini takdir ettiğini gösterir, ancak el-Meġāzî’sine ondan niçin rivayet almadığını açıklamaz (XI, 654). Bu konuyu el-Meġāzî’den örnekler vererek geniş biçimde inceleyen Şaban Öz, Vâkıdî’nin İbn İshak’ı zikretmesi halinde kendi orijinalitesini, yetkinliğini kaybedeceğini, bir nevi nâkil durumuna düşeceğini, bunun yerine İbn İshak’ı atlayarak başka kaynaklar aracılığı ile İbn İshak’ın ulaştığı haberlere ulaşmaya çalıştığını, ulaşamadığı durumlarda da metinler üzerinde oynayarak İbn İshak’tan faydalandığını söyler (İlk Siyer Kaynakları, s. 318; ayrıca bk. s. 311-319).
el-Meġāzî’nin baştan üçte bir hacmindeki kısmını ilk defa Alfred von Kremer Târîḫu Meġāżi’n-nebbiyyi s.a.s. (History of Mohammad’s Campaigns) adıyla neşretmiştir (Calcutta 1856). Eserin Mısır’da yapılan ve tam metin olup olmadığı tesbit edilemeyen baskısından (Kahire 1278) sonra Arapça tam metnini ilk defa Abbas eş-Şirbînî (Kahire 1948), ardından Marsden Jones (I-III, London 1966) tahkik ederek yayımlamıştır. Son yayının Beyrut’ta birçok defa ofset baskısı yapılmıştır. İbn Hacer esere Münteḳā min Meġāzi’l-Vâḳıdî adıyla bir ta‘lik yazmıştır (Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye, Tarih, nr. 522, vr. 83-150). J. Wellhausen eserin Muhammed in Medina adıyla Almanca bir özetini yapmıştır (Berlin 1882). Eserin Süleymaniye Kütüphanesi’nde kayıtlı (Hacı Mahmud Efendi, nr. 4764) mütercimi bilinmeyen 386 varaklık bir Farsça tercümesi ve basılan bir Türkçe çevirisi vardır (İstanbul 1261). el-Meġāzî’nin metni, A. S. Wensinck’in hazırladığı Miftâḥu künûzi’s-sünne’de hadis kaynaklarından biri olarak yer almıştır. Vâkıdî ve eserleri üzerine Jozef Horovitz (De Waqidii Libro qui Kitāb al-Maġāzî inscribitur, Berlin 1898), Kasım Şulul ve Abdülazîz b. Süleyman b. Nâsır es-Sellûmî (bk. bibl.) doktora tezi hazırlamıştır.
BİBLİYOGRAFYA
Şâfiî, el-Üm, IV, 260-291.
Vâkıdî, el-Meġāzî, II, 588; III, 1090; ayrıca bk. neşredenin girişi, I, 5-35.
a.mlf., Kitâbü’r-Ridde (nşr. Muhammed Hamîdullah), Paris 1409/1989, s. 20 vd., ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 7-18; a.e. (nşr. Yahyâ el-Cübûrî), Beyrut 1410/1990; a.e. (nşr. Mahmûd Abdullah Ebü’l-Hayr), Amman 1411/1991.
İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, V, 425-433; VI, 369; VII, 334-335.
a.mlf., eṭ-Ṭabaḳāt: el-Mütemmim, s. 415.
İbn Kuteybe, el-Maʿârif (Ukkâşe), s. 518.
Ya‘kūbî, Târîḫ, II, 431-432, 443.
Taberî, Târîḫ (Ebü’l-Fazl), VIII, 234, 238, 239, 241, 255, 261.
a.mlf., el-Münteḫab min Kitâbi Ẕeyli’l-Müẕeyyel (a.e., XI içinde), s. 654.
İbn A‘sem el-Kûfî, el-Fütûḥ, Haydarâbâd 1388/1968, I, 2 vd.
İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (nşr. Eymen Fuâd Seyyid), London 1430/2009, I/2, s. 307-309.
Hatîb, Târîḫu Baġdâd, III, 3-21.
İbn Hubeyş, Ġazavât (nşr. Süheyl Zekkâr), Beyrut 1412/1992, I, 9, 12, 17 vd.
İbn Seyyidünnâs, ʿUyûnü’l-es̱er, Kahire 1356, I, 17-21.
Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, IX, 454-469.
a.mlf., Mîzânü’l-iʿtidâl, III, 662-663.
İbn Hacer, Tehẕîbü’t-Tehẕîb, IX, 364.
Abdülazîz ed-Dûrî, Baḥs̱ fî neşʾeti ʿilmi’t-târîḫ ʿinde’l-ʿArab, Beyrut 1960, s. 30-32.
Şâkir Mahmûd Abdülmün‘im, İbn Ḥacer el-ʿAsḳalânî, Bağdad 1978, I, 592-595.
Sezgin, GAS (Ar.), I/2, s. 100-106.
Kasım Şulul, İlk Siyer ve Megazî Müelliflerinden Muhammed b. Ömer b. Vâkıd el-Vâkıdî (H. 130-207/M.747-823): Hayatı, Eserleri, Tarihçiliği ve Etkileri (doktora tezi, 1996), UÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü.
J. Horovitz, İslâmî Tarihçiliğin Doğuşu -İlk Siyer/Megâzî Eserleri ve Müellifleri- (trc. Ramazan Altınay – Ramazan Özmen), Ankara 2002, s. 92-110.
a.mlf., “al-Wāḳidī”, EI (Fr.), IV, 1163-1164.
Abdülazîz b. Süleyman b. Nâsır es-Sellûmî, el-Vâḳıdî ve Kitâbühü’l-Meġāzî, Medine 1425/2004, I-II.
Şaban Öz, İlk Siyer Kaynakları ve Müellifleri, İstanbul 2008, s. 300-348.
J. M. B. Jones, “Ibn Ishāq and al-Wāqidī”, BSOAS, XXII (1959), s. 41-51.
Imtiaz Ahmed, “Bir Muhaddis Olarak Vâkıdî” (trc. Ramazan Özmen), Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 3, Van 2000, s. 429-440.
E. Landau-Tasseron, “On the Reconstruction of Lost Sources”, al-Qantara, XXV, Madrid 2004, s. 78-91.
Ramazan Şeşen, “Vâkidî”, İA, XIII, 150-153.
S. Leder, “al-Wāḳidī”, EI2 (Fr.), XI, 111-113.
İlyas Çelebi, “Kitâbü’s-Sünne”, DİA, XXVI, 116.
a.mlf., “Sünnet”, a.e., XXXVIII, 153.